Son yıllarda yaşananlar yabancı yatırımcının Türkiye’ye ilgisini azalttı. Milletlerarası Ticaret Odası Ticaret Hukuku Komisyonu Eşbaşkanı Prof. Dr. Ercüment Erdem, Türkiye’nin ‘saygın’ bir ekonomi olarak kalması için “hukukun üstünlüğü” ve “kuvvetler ayrılığı” gibi kavramlara önem vermesi gerektiğini söylüyor. Erdem, “Yabancı yatırımcı hukuki gelişmeleri sorguluyor” diyor.
ARAM EKİN DURAN
[email protected]
Türkiye’deki pek çok şirket son yıllarda uluslararası şirketlerle yaptıkları ortaklıklar, satın alma ve birleşme haberleri ile gündeme geliyor. Öte yandan son yıllarda ülkemizde ve yakın coğrafyamızda yaşanan olumsuz gelişmeler, uluslararası yatırımcının Türkiye’de doğrudan yatırım yapma iştahını büyük oranda azalttı. Geçen hafta açıklanan ISO 500 verilerine göre, Türkiye’nin 500 büyük sanayi kuruluşu içindeki yabancı şirket sayısı 2009’dan bu yana yüzde 20 azalmış durumda.
Türkiye’ye yapılan doğrudan yatırımlar da 2016’da yüzde 31 geriledi ve 17,2 milyar dolardan 11,9 milyar dolara indi. Ekonomist Dergisi olarak, Türk şirketlerinin küresel çapta satın alma ve birleşme performanslarını ve uluslararası sermayenin Türkiye’ye bakışını Milletlerarası Ticaret Odası (ICC) Ticaret Hukuku Komisyonu Eşbaşkanı Prof. Dr. Ercüment Erdem ile konuştuk.
Erdem’e sorularımız ve aldığımız yanıtlar şöyle:
Bize biraz Milletlerarası Ticaret Odası’nın işlev ve öneminden bahseder misiniz?
1919’da Paris merkezli olarak kurulan ICC, gerçek anlamda bir ticaret dünyası temsilcisi. Çünkü devletlerden bağımsız. ICC üyeleri, kişiler, kuruluşlar ve dünya ticaretinde söz sahibi aktörler. Bu yüzden devletlerin ticari politikalarından bağımsız olarak çalışıyor. Dolayısıyla gerçek anlamda iş dünyasını temsil ediyor ve milletlerarası ticareti engelleyen hususları ortadan kaldırmak için çalışmalar yapıyor.
ICC’nin her devlette bir milli komitesi vardır. Bu komiteler devletlerin kontrolü dışında, birer sivil toplum kuruluşu şeklinde örgütleniyor. Örneğin bizim Türk Milli Komitemiz TOBB çatısı altında çalışıyor. Bazı başka ülkelerde ise tamamen bağımsız olabiliyor.
Son 10 yılda Türkiye iş dünyasında satın alma ve birleşme haberleri sıradan hale geldi. Türk şirketlerinin bu alandaki performanslarını nasıl buluyorsunuz?
Türk şirketlerin yurt dışı satın almalarının artması, şirketlerin bu konuda bilgi deneyimi ve özgüvenini-narttığını gösteriyor. 2000’li yılların başında ‘hedef olan türk şirketleri artık güçlü alıcılar konumuna geldi ve belli pazarlarda söz sahibi oldular. Son 10 yılda ICC tahkim kuralları, Türkle-rin taraf olduğu hakem davalarında çok daha fazla kullanılır hale geldi. Geçen yıl Türklerin taraf olduğu 70’in üzerinde dava vardı. Güney Amerika’dan sonra en yoğun dava sayısı Türk şirketlerdeydi. Bu sayı her yıl artıyor.
Türk şirketler satın alma ve birleşmelerde en çok neye dikkat etmeli?
Şirket birleşme ve devralmalarına ilişkin olarak rekabet hukuku kurallarına uyulması çok önemli. Rekabet hukuku kuralları, bir teşebbüsün birleşme ve devralma yoluyla piyasada hakim duruma gelerek veya hakim durumunu daha da güçlendirerek rekabeti kısıtlamasını yasaklar. Bu nedenle rekabetçi endişelere önem verilmesi ve konunun rekabet hukuku danışmanlarıyla ele alınması gerekir. Son dönemde Rekabet Kurumu tarafından yapılan açıklamalar, rekabetçi endişeler açısından daha sıkı bir teftiş dönemine girildiğini doğruluyor. Bu anlamda şirketlerin rekabet hukukunun önemine ilişkin farkındalıkları ticari kazanımlarını korumakta ve ceza almamalarında önem taşıyor.
Türk şirketlerin bir yandan dünya ekonomisi ile daha entegre hale geldiklerini söylüyorsunuz ama öte yandan diplomatik açıdan Batı dünyasıyla, özellikle AB ile sıkıntılı bir dönemden geçiyoruz. Bu durum yabancı şirketlerin Türkiye algısını nasıl etkiliyor?
Dünya ekonomik ilişkileri, dünyada benimsenen bazı değerlerden tamamen bağımsız düşünülemez. Örneğin hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, uyuşmazlıkların adil şekilde çözülmesi... Bu konuların ticareti hiç ilgilendirmediğini düşünmek hata olur. Sonuçta şuna bakmamız lazım: Gerek Türk gerek yabancı yatırımcı sermaye götürdüğü bir ülkede bu yatırımının ne kadar güvence altında olduğunu sorgular ve bundan emin olmak ister. Mesela biz son 10 yıldır çok önemli ölçüde Türkiye’deki müvekkillerimizin yurtdışı yatırımlarını takip ediyoruz ve her gittiğimiz ülkede bu kriterlere bakıyoruz. Çünkü önemli olan o sermayeye yerleşeceği bir güvence sunmak. Hukukun üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığı gibi değerlere saygı gösterip göstermemeniz, uygulamalarınızla bu değerleri benimseyip benimsemediğiniz dünyadaki yerinizi siyasi olarak da ticari olarak da doğrudan belirliyor. Sürdürülebilir bir büyüme için ekonominin sadece güçlü olması değil, saygın olması da gerekiyor.
Bu sözlerinizden hareketle, küresel ticaretteki oyuncular nezdinde Türkiye’ye bakışın bozulduğunu söylemek mümkün mü?
Bütün ticari ilişkilerde, ticari kaygı vardır. Ama bunun bir hukuki zemini olur. Yani sonunda iş dönüp dolaşıp, bu ticari ilişkilere ne kadar güvenli bir hukuki ortam sağlayabildiğimize geliyor. Sizin devlet olarak bu konulara yaklaşımınız, yabancı yatırımcının size yaklaşımı ile çok çok ilgili. Dolayısıyla zannetmeyelim ki, bu milletlerarası ticari ilişkilerde sadece malların fiyatı veya teslim koşulları konuşuluyor. En az bunlar kadar, hatta bunlardan daha fazla ‘acaba benim malıma el konulur mu?’, ‘acaba böyle bir şey olursa ben hakkımı nasıl ararım?’ diye de düşünülüyor. Yurtdışın-da Türkiye’ye ilişkin tam olarak bu çizdiğim çerçeve konuşuluyor. Nedir o? Türkiye gerçekten hukukun üstünlüğüne inanan bir ülke midir? Gerçekten Türkiye’de yargı bağımsız mıdır? Türkiye’de yatırımlar güvence altına alınmış mıdır? Bunlara sadece bizim inanmamız, savunmamız yetmiyor. Bu kavramların dışarıdan nasıl algılandığı çok önemli. Yurtdışı yatırımcılar, gördüğüm kadarıyla Türkiye’ye bu gözle bakıyor.