İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ege Yazgan, negatif faiz ve petrol fiyatlarındaki düşüş nedeniyle dünyada yeni bir resesyon endişesi yaşandığını söylüyor. Türkiye’de ise büyüme için ‘yeni normal’in yüzde 3,5-4 arası olduğunu ifade ediyor. Yazgan, “2016’da Türkiye için olumlu bir senaryo yok. Küresel durgunluk ve artan güvenlik riski tabloyu daha da kötüleştirebilir” diyor.
ARAM EKİN DURAN
[email protected]
Dünya 2008’den sonra yeni bir resesyon endişesi yaşarken, Türkiye ekonomisi ise gerek küresel konjonktürün etkisi gerekse bölgesel krizler nedeniyle 2016 için riskleri bünyesinde barındırıyor. Yılın ilk iki ayı sona ererken, geriye kalan 10 ayda dünyada ve Türkiye’de ekonomiyi bekleyen tehlikeleri İstanbul Bilgi Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ege Yazgan ile konuştuk.
Yazgan, Türkiye’nin 2016’da en fazla 2015’e benzer bir performans sergileyebileceğini belirtiyor. Ege Yazgan, “Ancak dünyada 2008’e benzer bir ekonomik krizin başlaması ve üstüne güvenlik riskini artıracak olayların yaşanması tabloyu daha da kötüleştirebilir” diyor,
Ege Yazgan’a yönelttiğimiz sorular ve aldığımız yanıtlar şöyle:
2016’nın ilk iki ayı geride kaldı. Siz yılın geri kalanı için küresel ekonomide nasıl bir performans öngörüyorsunuz?
2016’nın ilk iki ayında dünya ekonomisi çok iyi bir görünüm sergilemedi. Bunun en güzel kanıtı, dünyadaki toplam gelirin yüzde 25’ini üreten ülkelerin negatif faiz uyguluyor olması. Bu da şu demek: Dünyanın önemli bir bölümü ciddi bir resesyon tehdidi altında. Dünyanın tek büyüyen yeri ABD. Orada da küresel çapta kötü gidişatın etkisiyle faiz politikasında yeniden aşağı yönlü hareket ihtimali doğdu.
Bu arada petrol fiyatları da tarihi düşüşler yaşadı. Bu durum küresel ekonomiye ilişkin beklentileri nasıl etkiliyor?
Hiç kimse petrol fiyatlarının aşağıya gitmesinden memnun değil. Aslında petrol fiyatlarının aşağıya doğru gitmesinin tüketimi artırıcı bir etki yaratması beklenebilirdi. Oysa şu an tam tersine hiç kimse petrol fiyatlarının düşmesi ve benzinin ucuzlaması ile piyasaların rahatlayacağını düşünmüyor. Negatif faiz uygulamasında da böyle olmuştu. Normalde negatif faizin ekonomiyi biraz daha canlandırmasını ve mesela Japon Yeni’nin değer kaybetmesini beklerseniz. Ama tam tersi oldu. Dolayısıyla petrol fiyatları ve faizdeki gerileme karamsarlığı körüklüyor.
İktisatta öngörülenin aksine petrolde ve faizdeki düşüşün karamsarlık yaratmasını neye yormak lazım?
Para politikalarının artık etkisini yitirdiğini görmek gerekiyor. Para politikasında negatif faiz dediğiniz şey, merkez bankalarının “Paranızı bana değil, gidin özel bankalara yatırın” demektir. Yani “Tüketiciyseniz parayı harcayın, bankaysanız kredi verin” diyor. Ama bu olmuyor. Aynı şey petrol fiyatları için de geçerli.
Fiyatlardaki düşüş maliyetleri düşürse de, bu durum ürün fiyatlarına yansımıyor. Bu yüzden talep artışı da olmuyor. Son kertede, petrol fiyatlarındaki düşüş veya negatif faiz politikaları piyasalardaki karamsarlık havasını dağıtamıyor. Çünkü asıl sorun olan borçluluk durumunu değiştirecek bir şey yaşanmıyor. Ne alacaklılar ne de borçlular, yeni borçlanmalar yaratmak istemiyor.
Şu an 2008 krizine benzer bir dönemin başlangıcını mı yaşıyoruz?
2008 krizi gibi derinlikli bir kriz yaşayacağımızı düşünmüyorum. Bir an piyasalara kötümser bir hava geliyor, sonra dağılıyor. Bunu en son Avrupa Merkez Bankası Başkanı Mario Drag-hi’nin açıklamaları ile Avrupa pazarındaki rahatlamada gördük. Yani sürekli gidip gelen bir gerilim var. Kimse bu yılın güzel bir yıl olacağını düşünmüyor.
Türkiye ekonomisine baktığınızda nasıl bir 2016 görüyorsunuz?
Küresel ölçekte parasal genişleme uzun süre Türkiye’nin işine yaradı. Ancak 2011’den sonra bu kaynağın sürekli bu şekilde devam edemeyeceği görüldü. Bu nedenle 2012’den itibaren ekonomide soğutma önlemleri alındı. Artık Türkiye için düşük sayılabilecek bir büyüme patikasına oturmuş durumdayız. Ben 2015’te büyümenin yüzde 3,5’e yakın çıkacağını düşünüyorum. 2016’nın ise iyi ihtimal 2015 gibi olması beklenebilir. Daha olumlu bir senaryo beklemiyorum. Yani artık yüzde 3,5-4 arası büyüme, Türkiye’nin yeni normali oldu. Ama daha kötüsü de olabilir.
Yani ekonomik performans 2016’da geçen yıldan da daha kötü bir hal alabilir mi?
Türkiye ekonomisi şu anda küresel etkilerden dolayı sıkışmış bir görüntü veriyor. Buna rağmen yüzde 4 büyüme iyi bir performans gibi gözüküyor. Öte yandan geçen yıl cari işlemler açığının neredeyse üçte biri net hata noksan kaleminden finanse edildi. Bu yıl da gelecek mi belli değil? Bir diğer üçte biri de rezervlerden karşılandı. Bu yıl yine aynı şey olacak mı? Zira yüzde 4 büyüme için neredeyse ek 30 milyar dolara ihtiyacımız var. Bir de buna güvenlik risklerindeki artışı eklersek, evet bu ciddi bir risk. Ben 2016’nın 2015’e benzer tamamlanacağını düşünüyorum. Ama dediğim gibi, iki senaryom var. 2008’e benzer bir ekonomik krizin başlaması ve üstüne güvenlik riskini artıracak olayların yaşanması... Bu durumda işler kötüleşir. Bu arada Türkiye’ye gelen 3 milyon mülteciyi de
unutmayalım. Bu insanların da en önemli tüketim kalemi gıda, bunu da unutmayalım.
Mülteci nüfusunun önemli bir kısmının kalıcı olması bekleniyor. Mülteci gerçeği, sizce ülke ekonomisinde nasıl kalıcı etkiler yaratacak?
Orada ciddi bir politikaya ihtiyaç var. Bu insanların okutulması, iş gücüne kazandırılması için çok kapsamlı projelerin hayata geçirilmesi gerekiyor. Çünkü bu kitle Türkiye’nin büyümesini, işsizliğini, enflasyonunu etkileyebilecek nitelikte bir kitle. Mesela Almanya ne yapıyor bu konuda? “Mültecileri Türkiye’de tutalım, ben gelip içlerindeki en eğitimli, kalifiye olanları seçip ülkeme götüreyim” diyor. Bizim de aslında olaya biraz böyle bakmamız lazım. Yani mülteci nüfusun ekonomimize nasıl katkı sağlayacağını planlamamız gerek. Mutlaka bunun üzerinde çalışılıyor-dur ama bilmiyorum. Mültecilerin girişimciliğe, eğitime yönlendirilmeleri için bir reform paketi ilan etmek gerekiyor.
"Merkez'in faizde yapacağı pek bir şey yok”
Merkez Bankası uzun süredir enflasyon hedefini tutturamıyor. Siz para politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Son dönemde yaşanan enflasyon artışının kurdaki oynaklık ve gıda fiyatları kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Ben enflasyondan ziyade, büyümede daha fazla risk görüyorum. Düşük büyüme nedeniyle enflasyonun bu yıl yüzde 9,5 civarında gerçekleşeceğini tahmin ediyorum.
Gıda sektöründeki bazı yapısal sorunlar var, onlar çözülemiyor. Dünyada gıda fiyatları düşerken Türkiye'de artmaya devam ediyor. Merkez Bankası'nın faiz politikası konusunda haddinden fazla eleştirildiğini düşünüyorum. Kriz dönemlerinde sanki ekonomiden merkez bankaları sorumluymuş gibi bir hava oluyor. Tüm dünyada tartışılan bir şey bu. Faiz evet önemli bir etken ama şu anda Merkez Bankası'nın faiz konusunda çok da fazla yapacağı bir şey yok.
“Yüksek lisans alanında büyümek istiyoruz”
Son yıllarda özellikle çalışan beyaz yakalılar içinde yüksek lisans programlarına ilgi artıyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Eskiden yüksek lisans bir akademik kariyer olarak algılanıyordu. Özel sektöre geçmez de üniversitede kalırsanız, yüksek lisans yapıyordunuz. Ama yeni eğilim o değil. Dünyada doktorayı bir tarafa koyacak olursak, yüksek lisans iş hayatına yönelik profesyonel bir gereklilik halini alıyor.
Artık beyaz yakalı çalışanların iş hayatı ile birlikte yürüttüğü, üç yıl gibi uzun zamana yaydığı bir iş sonrası eğitim halini alıyor. Bu nedenle biz de Bilgi Üniversitesi olarak, gelecek yıllarda bu alanda büyümeyi planlıyoruz.
ARAM EKİN DURAN
[email protected]
Dünya 2008’den sonra yeni bir resesyon endişesi yaşarken, Türkiye ekonomisi ise gerek küresel konjonktürün etkisi gerekse bölgesel krizler nedeniyle 2016 için riskleri bünyesinde barındırıyor. Yılın ilk iki ayı sona ererken, geriye kalan 10 ayda dünyada ve Türkiye’de ekonomiyi bekleyen tehlikeleri İstanbul Bilgi Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ege Yazgan ile konuştuk.
Yazgan, Türkiye’nin 2016’da en fazla 2015’e benzer bir performans sergileyebileceğini belirtiyor. Ege Yazgan, “Ancak dünyada 2008’e benzer bir ekonomik krizin başlaması ve üstüne güvenlik riskini artıracak olayların yaşanması tabloyu daha da kötüleştirebilir” diyor,
Ege Yazgan’a yönelttiğimiz sorular ve aldığımız yanıtlar şöyle:
2016’nın ilk iki ayı geride kaldı. Siz yılın geri kalanı için küresel ekonomide nasıl bir performans öngörüyorsunuz?
2016’nın ilk iki ayında dünya ekonomisi çok iyi bir görünüm sergilemedi. Bunun en güzel kanıtı, dünyadaki toplam gelirin yüzde 25’ini üreten ülkelerin negatif faiz uyguluyor olması. Bu da şu demek: Dünyanın önemli bir bölümü ciddi bir resesyon tehdidi altında. Dünyanın tek büyüyen yeri ABD. Orada da küresel çapta kötü gidişatın etkisiyle faiz politikasında yeniden aşağı yönlü hareket ihtimali doğdu.
Bu arada petrol fiyatları da tarihi düşüşler yaşadı. Bu durum küresel ekonomiye ilişkin beklentileri nasıl etkiliyor?
Hiç kimse petrol fiyatlarının aşağıya gitmesinden memnun değil. Aslında petrol fiyatlarının aşağıya doğru gitmesinin tüketimi artırıcı bir etki yaratması beklenebilirdi. Oysa şu an tam tersine hiç kimse petrol fiyatlarının düşmesi ve benzinin ucuzlaması ile piyasaların rahatlayacağını düşünmüyor. Negatif faiz uygulamasında da böyle olmuştu. Normalde negatif faizin ekonomiyi biraz daha canlandırmasını ve mesela Japon Yeni’nin değer kaybetmesini beklerseniz. Ama tam tersi oldu. Dolayısıyla petrol fiyatları ve faizdeki gerileme karamsarlığı körüklüyor.
İktisatta öngörülenin aksine petrolde ve faizdeki düşüşün karamsarlık yaratmasını neye yormak lazım?
Para politikalarının artık etkisini yitirdiğini görmek gerekiyor. Para politikasında negatif faiz dediğiniz şey, merkez bankalarının “Paranızı bana değil, gidin özel bankalara yatırın” demektir. Yani “Tüketiciyseniz parayı harcayın, bankaysanız kredi verin” diyor. Ama bu olmuyor. Aynı şey petrol fiyatları için de geçerli.
Fiyatlardaki düşüş maliyetleri düşürse de, bu durum ürün fiyatlarına yansımıyor. Bu yüzden talep artışı da olmuyor. Son kertede, petrol fiyatlarındaki düşüş veya negatif faiz politikaları piyasalardaki karamsarlık havasını dağıtamıyor. Çünkü asıl sorun olan borçluluk durumunu değiştirecek bir şey yaşanmıyor. Ne alacaklılar ne de borçlular, yeni borçlanmalar yaratmak istemiyor.
Şu an 2008 krizine benzer bir dönemin başlangıcını mı yaşıyoruz?
2008 krizi gibi derinlikli bir kriz yaşayacağımızı düşünmüyorum. Bir an piyasalara kötümser bir hava geliyor, sonra dağılıyor. Bunu en son Avrupa Merkez Bankası Başkanı Mario Drag-hi’nin açıklamaları ile Avrupa pazarındaki rahatlamada gördük. Yani sürekli gidip gelen bir gerilim var. Kimse bu yılın güzel bir yıl olacağını düşünmüyor.
Türkiye ekonomisine baktığınızda nasıl bir 2016 görüyorsunuz?
Küresel ölçekte parasal genişleme uzun süre Türkiye’nin işine yaradı. Ancak 2011’den sonra bu kaynağın sürekli bu şekilde devam edemeyeceği görüldü. Bu nedenle 2012’den itibaren ekonomide soğutma önlemleri alındı. Artık Türkiye için düşük sayılabilecek bir büyüme patikasına oturmuş durumdayız. Ben 2015’te büyümenin yüzde 3,5’e yakın çıkacağını düşünüyorum. 2016’nın ise iyi ihtimal 2015 gibi olması beklenebilir. Daha olumlu bir senaryo beklemiyorum. Yani artık yüzde 3,5-4 arası büyüme, Türkiye’nin yeni normali oldu. Ama daha kötüsü de olabilir.
Yani ekonomik performans 2016’da geçen yıldan da daha kötü bir hal alabilir mi?
Türkiye ekonomisi şu anda küresel etkilerden dolayı sıkışmış bir görüntü veriyor. Buna rağmen yüzde 4 büyüme iyi bir performans gibi gözüküyor. Öte yandan geçen yıl cari işlemler açığının neredeyse üçte biri net hata noksan kaleminden finanse edildi. Bu yıl da gelecek mi belli değil? Bir diğer üçte biri de rezervlerden karşılandı. Bu yıl yine aynı şey olacak mı? Zira yüzde 4 büyüme için neredeyse ek 30 milyar dolara ihtiyacımız var. Bir de buna güvenlik risklerindeki artışı eklersek, evet bu ciddi bir risk. Ben 2016’nın 2015’e benzer tamamlanacağını düşünüyorum. Ama dediğim gibi, iki senaryom var. 2008’e benzer bir ekonomik krizin başlaması ve üstüne güvenlik riskini artıracak olayların yaşanması... Bu durumda işler kötüleşir. Bu arada Türkiye’ye gelen 3 milyon mülteciyi de
unutmayalım. Bu insanların da en önemli tüketim kalemi gıda, bunu da unutmayalım.
Mülteci nüfusunun önemli bir kısmının kalıcı olması bekleniyor. Mülteci gerçeği, sizce ülke ekonomisinde nasıl kalıcı etkiler yaratacak?
Orada ciddi bir politikaya ihtiyaç var. Bu insanların okutulması, iş gücüne kazandırılması için çok kapsamlı projelerin hayata geçirilmesi gerekiyor. Çünkü bu kitle Türkiye’nin büyümesini, işsizliğini, enflasyonunu etkileyebilecek nitelikte bir kitle. Mesela Almanya ne yapıyor bu konuda? “Mültecileri Türkiye’de tutalım, ben gelip içlerindeki en eğitimli, kalifiye olanları seçip ülkeme götüreyim” diyor. Bizim de aslında olaya biraz böyle bakmamız lazım. Yani mülteci nüfusun ekonomimize nasıl katkı sağlayacağını planlamamız gerek. Mutlaka bunun üzerinde çalışılıyor-dur ama bilmiyorum. Mültecilerin girişimciliğe, eğitime yönlendirilmeleri için bir reform paketi ilan etmek gerekiyor.
"Merkez'in faizde yapacağı pek bir şey yok”
Merkez Bankası uzun süredir enflasyon hedefini tutturamıyor. Siz para politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Son dönemde yaşanan enflasyon artışının kurdaki oynaklık ve gıda fiyatları kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Ben enflasyondan ziyade, büyümede daha fazla risk görüyorum. Düşük büyüme nedeniyle enflasyonun bu yıl yüzde 9,5 civarında gerçekleşeceğini tahmin ediyorum.
Gıda sektöründeki bazı yapısal sorunlar var, onlar çözülemiyor. Dünyada gıda fiyatları düşerken Türkiye'de artmaya devam ediyor. Merkez Bankası'nın faiz politikası konusunda haddinden fazla eleştirildiğini düşünüyorum. Kriz dönemlerinde sanki ekonomiden merkez bankaları sorumluymuş gibi bir hava oluyor. Tüm dünyada tartışılan bir şey bu. Faiz evet önemli bir etken ama şu anda Merkez Bankası'nın faiz konusunda çok da fazla yapacağı bir şey yok.
“Yüksek lisans alanında büyümek istiyoruz”
Son yıllarda özellikle çalışan beyaz yakalılar içinde yüksek lisans programlarına ilgi artıyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Eskiden yüksek lisans bir akademik kariyer olarak algılanıyordu. Özel sektöre geçmez de üniversitede kalırsanız, yüksek lisans yapıyordunuz. Ama yeni eğilim o değil. Dünyada doktorayı bir tarafa koyacak olursak, yüksek lisans iş hayatına yönelik profesyonel bir gereklilik halini alıyor.
Artık beyaz yakalı çalışanların iş hayatı ile birlikte yürüttüğü, üç yıl gibi uzun zamana yaydığı bir iş sonrası eğitim halini alıyor. Bu nedenle biz de Bilgi Üniversitesi olarak, gelecek yıllarda bu alanda büyümeyi planlıyoruz.