Yıllardır herkes birbirini suçluyor. İletişim dünyasında suçlu kim? Kurum, ajans, basın?
Sektörün dejenere olmasının altında hangi nedenler var? Neden tüm taraflar hep mutsuz?
Aslında sorun sektör bağımsız; etrafımızdaki insanlara bir bakın, çoğunluk dinlemek istemiyor, birbirimizi duymuyoruz! İşin sosyolojik boyutu bir yana, bu durumdan nasibini en çok bu sektör alıyor.
Bu konuya birkaç açıdan bakalım:
Hemfikiriz; kurumların hedefi, ürün & hizmetlerini duyurmak, yöneticilerini daha görünür yapmak ve elbette hedefleri tutturmak. Bu nedenle birçok kurum, bu yolda herşeyi mübah olarak görebiliyor; etik değerleri zorlama ve yanlış strateji izleme suçunu da ajansa bırakıyor.
Halbuki sorun daha en başta hedefler konusunda başlıyor. Özellikle global şirketlerin yapmaya başladığı gibi iletişim hedefleri sil baştan düzenlenmeli. Nitelikli yansıma nicelikli yansımanın yerini acilen almalı. Halen kaç haber çıktı diye konuşmak çok büyük bir yanlış; sonuçta önemli olan hedef kitleye doğru mesajı doğru aracı ile ulaştırmak. Üstelik deneyimlenen ürün ya da hizmetin harika diye yazdırılmaya çalışılması, eksik yanlarının işlenmemesi talebi aslında kurum adına büyük bir itibar kaybı. Zira tüketici ile aradaki köprü işte bu haberlerin içeriği. Ve tüketiciye eksisi artısı ile bunu duyurmak, sadece harika demekten çok daha fazla samimi ve işe yarar. Unutmayın karşımızda inceleyen, araştıran, eleştiren, kül yutmayan yeni bir tüketici nesli var. Eksileri saklamak satışı artırmak değil, itibarı kaybetmek demek!
Öte yandan kurumun ajansı yönetirken de ajansı seçerken de bu ilkeyi savunması gerekiyor. Etkinliklere gelenlerin de kaç kişi olduğundan çok kimlerin olduğunun önemli olduğunun dikkatine artık varılması da önemli. Aksi durumda bugün en çok şikâyet edilen konu olan reklamcıların basın toplantılarına gelmesi konusundaki şikayetler artmaya devam edecek.
İletişim bazı şirketlerde bağımsız bir ekip tarafından yönetilirken birçoğunda pazarlama altında konumlanıyor. Aslında yanlış da değil, burada şirketteki konumlanışından daha önemli olan şey iletişim tecrübesi olan biri tarafından yönetilmesi…
Ajansların, müşteriye iyi görünmekten ziyade danışmanlık yapmaları yeni yılda temennim. “Müşteri kaybederim” anlayışını, “iletişim danışmanlığı” anlayışına döndürmeyen ajans kalmamalı.
Müşteri isteklerine HAYIR diyebilmek ve danışmanlık yapmak zaten ajansla çalışma mantığına temel oluşturmuyor mu?
Öte yandan basınla olan ilişkilerde yıllar içerisinde çok ilginç örneklere rastlamadık değil. Basın mensubunu kimliğinden kaleminden bağımsız adeta tanrılaştırarak mutlu etmeye çalışma samimiyetsizliği haber getirecek diye bakan iletişimciler umarım bu sektörde çok da gelecek planı yapmıyor… Çünkü konuştuğum birçok basın mensubu bu samimiyetsizlikten son derece muzdarip.
Öte yandan basınla ilgili tüm detaylara hakim olmak, kim nerdedir, ne yazar, ne bekler, bunları bilmek her iletişimci için zaruri. Ve özellikle yeni arkadaşlara, basına haber yapması için tacizde bulunmamak gerektiği de bir numaralı meslek kuralı olarak aktarılmalı. Aksi halde büyük iletişim krizleri kaçınılmaz oluyor. Aslında yapılması gereken çok basit, kurumla ilgili bilginin (basın değeri tanışması şartı ile) doğru adrese, doğru şekilde bir köprü kurularak iletilmesi.
Gelelim basın mensuplarına. Sektöre yeni girenler idealist bir bakış açısına sahip olduğu sürece sorun yok, ancak kurum ve ajansların basından anlayış beklentisi var. Kurumun talebi çok, ajans araya sıkışmış durumda, değiştirilemeyen bazı kurallar da var, basın memnun değil… Eyvah, geldi mi kriz!
Örneğin, özellikle global şirketlerin Türkiye’den değiştirilme gücü olmayan kurumsal kuralları ya da uygulamaları… Elbette bazıları mantıklı gelmeyebilir ancak değiştirilmesi güç olan bazı kurallar kurumu basın karşısında çaresiz bırakıyor. Örneğin davetler için ayrılan kişi sayısı, beklenen davetli profilinin kıstasları ya da ürün ya da hizmetin az sayıda deneyimletilebilmesi gibi… Ve bu tarz durumlarda kurum ve ajans ağır eleştirilere maruz kalabiliyor. Yıllarca kurum tarafında çalışan biri olarak bu tarz sorunlarla çok karşılaştım. Ve her defasında Avrupa’nın Türkiye’deki basını anlayamama sıkıntısını çözmeye çalıştım. Saçma gelen uygulamalar maalesef olabiliyor, sırf bu nedenden insiyatif kullanıp etkinliklerden çekildiğimizi çok hatırlarım. Kültürel farklılıklar elbette sadece iletişim dünyasında değil genelde büyük bir sorun, ancak Türk basınının ne kadar büyük ve etkili olduğunu gözardı etmemek de gerekiyor.
Özetlemek gerekirse, işini harika yapan herkese büyük alkış ancak öte yandan bu sorunun çözümü için yıllardır bir yol bulmakta zorlanıyoruz. Benim çözüm önerim ivedilikle 3 tarafın bir araya geldiği bir kurul oluşturarak, etik değerlerin belirlenmesi, daha kaliteli iletişim yapılabilmesi için görüş birliğine varılması ve olası sorunların önlenmesi için kurallar oluşturulması. Buna öncülük edecek olan da sektörün etkili iletişim profesyonelleri olursa, 3 taraf da etik değerleri yüksek kişilerin kariyer yapmak için can attıkları bir hale gelecek ve kalite her anlamda hızlıca yükselecek.
Yeni yıldan buna paralel olarak bir başka temennim de birbirimizi “duymak” ve “farkındalık” kazanmak… Her sektörümüzde, hem genel olarak iş hayatında, hem de özel hayatımızda…