Dünya siyaseti ve ekonomisi pandemi sonrası dönemde karışık süreçler yaşıyor. Bölgemizdeki savaşların yanı sıra ABD’de Donald Trump’ın ikinci döneminin başlamasıyla birlikte siyasi ve ekonomik güç savaşları dünya gündemini ısıtıyor.
Ekonomist Dergisi 22 Aralık-4 Ocak tarihli sayıdan
İçinde bulunduğumuz dönemi ve hem dünyada hem bölgemizde olası siyasi, ekonomik gelişmeleri Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Emeritus Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu ile konuştuk.
Trump dönemi küresel siyaset ve ekonomide nasıl bir değişim getirecek?
Donald Trump’ın ikinci dönemi ABD ve dünya için birçok yeni gelişme veya meydan okumaya sahne olacağa benziyor. Amerikan milliyetçiliği gibi addedilebilecek olan içe dönme-veya izolasyon yerli malı üretmek ve kullanmak, yüksek gümrük tarifeleri ardında iç piyasayı korumak, sadece ABD’nin acil, kısa vadeli siyasal ve ekonomik çıkarlarını gerçekleştirmek için adımlar gibi duruyor. Seçim kampanyası sloganı olan “İlk öncelik Amerika” mantığı ile hareket edileceği anlaşılıyor. Komşuları Kanada ve Meksika ile olan serbest ticaret ilişkilerini sonlandıracak gümrük vergileri konulması, Çin mallarına bunlardan daha çok vergi konulması ile bir ticaret savaşı başlatılacakmış gibi. İktisatçıların değerlendirmeleri doğru çıkarsa, Amerikan piyasasında tüketici fiyatları ve enflasyonu artarken büyüme de yavaşlayacakmış gibi duruyor. Siyasi olarak ise birebir ilişkilerde Amerika’nın kısa dönemli çıkarlarının ne olacağına dayalı olarak, bir al-ver ilişkisi sürdürülmek isteniyor diye anlıyorum. ABD’nin en önemli askeri ittifaklarının başında gelen NATO ile olan bağının, eğer diğer NATO ülkeleri mali yükümlülüklerini artırmazlarsa, ABD tarafından azaltılması hatta ortadan kaldırılmasından bahsediyor Trump. Suriye’den hemen asker çekilmesinden, Rusya ile görüşerek Ukrayna’daki savaşı hemen durdurabileceğini ileri sürüyor. Savaşı Rusya kazanmış izlenimi verilirse, bunun Avrupa’daki başka ülkeler için nasıl bir gelişmeye neden olabileceği, İsveç’ten Polonya, Moldova, Sırbistan ve Kosova’ya kadar geniş bir coğrafyadaki siyasetçileri meşgul edip, endişelendiriyor.
İkinci Trump döneminde en merak edilen başlıklardan biri de ABD-Çin ilişkileri…
Çin, siyasi ve iktisadi olarak ABD’ye en büyük rakip veya hasım olarak tanımlanıyor. Çin’in kendi toprağı olarak addettiği Tayvan’a askeri bir operasyon düzenlemesi durumunda Trump yönetiminin ne yapacağı pek anlaşılmıyor. İç politikadaysa Trump’ın kendisiyle hasmane ilişkiler içindekilere hesap soracağı düşünülüyor. Bu arada Pentagon başta olmak üzere federal hükümet ve bürokrasiyi radikal bir biçimde değiştirecek girişimlerde bulunacağının sinyallerini veriyor. Trump’ın ikinci döneminin epeyce bir değişiklik, kesinti, yıkıp yeniden yapmak, reform ile geçeceği anlaşılıyor. İkinci Trump dönemi önemli gerginlik, çatışma ve hatta kargaşa dolu bir yönetim sürecine işaret ediyor.
Son yıllarda dünyanın her yerinde otokrat liderlerin artışı, liberal demokrasilerin sonunu mu getiriyor?
ABD, Fransa, Almanya, Avusturya, Macaristan gibi demokrasilerde halen liberal demokrasiye meydan okuyan aşır sağcı, etnik-milliyetçi – ırkçı partilerin etkisi sürmekle birlikte, henüz bunların liberal demokrasi olmaktan tamamen uzaklaştığını söylemek için erken. Trump’ın ikinci döneminden ABD başkanlık demokrasisinin nasıl bir performansla çıkacağını önümüzdeki dört yıl izleyerek göreceğiz. Etnik milliyetçi – ırkçı partilerin AB içinde güç kazanmaları demokrasiye olduğu kadar, milliyetçiliğin etkili olmadığı bir Avrupa projesi olan AB yapılarına ve tecanüsüne de zarar vermesi söz konusu. Bu konuda da henüz AB’nin ciddi bir yara aldığını söylemek mümkün değil.
Türkiye’nin yakın çevresinde savaş, çatışma ve rejim değişikliği gibi çok önemli değişimler yaşanıyor. Böyle bir süreçte 2025’te Türkiye ekonomisini neler bekliyor?
Türkiye’nin güneyindeki gelişmeler, özellikle Suriye’de büyük ve uzun süreli bir istikrarsızlık dönemine girdiğimizi gösteriyor. Bunun ilk etkisiyle sığınmacıların bir kısmının Suriye’ye dönecek olması olumsuz değil. Tabii, daha hangi tür sığınmacı ve göçmenlerin döndüğü netleşmedi. Özellikle silahlı terör örgütleriyle ilişkili olan, İŞİD geçmişi gibi geçmişleri olanlar, suça karışanlar, Türkiye’de de silahlı çatışmalarda rol alabilecek potansiyeldekiler dönüyorsa, bunun Türkiye’deki istikrara olumlu etkisi olacaktır. İş, güç ve gelir sahibi olanlar dönüyor ve yukarıda saydıklarımız duruyorlarsa, bunun ekonomik etkilerinin olumlu olmasını beklemek zor. Kayıt dışı istihdama dayalı işletmelerin sahipleri bu gelişmelerden pek memnun olmayacaklar. Suriye hızla bir merkezi hükümete kavuşur ve bu hükümet Suriye’nin toprak bütünlüğüne sahip çıkabilirse, Türkiye’ye yönelik tehditler azalacağından Türkiye bundan da yarar görebilir. Ancak bunun 2011’den beri süren Arap ayaklanmaları sonrası Ortadoğu’da yaşananları düşününce 2025’te gerçekleşmesini beklemek pek kolay değil.
Türkiye’nin kuzey ve batı komşularına baktığımızda nasıl bir tablo var?
Güney Kafkasya şimdilik sakinleşmiş gibi dursa da Gürcistan’daki seçimler sonrasında Rus yanlısı partinin zaferi muhalefetçe sorgulanıyor. Bu partinin AB ile Gürcistan arasındaki görüşmeleri askıya alması da muhalefetin büyük tepkilerine yol açmışa benziyor. Gürcistan’ın da liberal demokrasiye yönelmesi de bir süre daha ertelendi. Ancak Gürcistan’daki istikrarsızlaşmanın şimdilik Türkiye’ye bir maliyeti yok, sürecin uzaması ve çatışmaların şiddetlenmesiyle bu görüntü de değişebilir. AB devletlerinin ekonomilerinin, başta Almanya olmak üzere ekonomik yavaşlaması ihracatımızın önemli bir kısmı AB devletlerine olduğundan dış ticari ilişkilerimize olumlu etkide bulunmayacaktır.
Türkiye kendi bölgesinde yumuşak güç olma özelliğini koruyor mu? İsrail ile ilişkilerde yeni dönem beklentileriniz neler?
2010’lara kadar AB müzakereleriyle, demokrasi girişimiyle, Kopenhag kriterleri ve Maastricht kriterleri hedefine kilitlenmiş görüntüsüyle Türkiye bölgesinde gayet çekici, gıpta edilen bir ülke konumunda olan demokratik, hukuk devleti görüntüsü olmak yolunda olan bir ülke görüntüsü vermekteydi. Bu süreçleri 2010’lu yılların sonunda terk eden ülkenin yumuşak gücü de büyük ölçüde aşındı. Zaten onun yerine hemen tamamıyla askeri güç son yıllarda ön plana çıkartılmaya, uçak gemisi yapmakla ve drone ile insansız hava araçları teknolojisiyle övünerek güvenlikçi ve sert güç sahibi bir ülke izlenimi pekiştirmeye yönelmekte olan bir hükümetimiz bulunuyor. Bölge ülkeleriyle ve bu arada İsrail’le de olan ilişkilerimiz bu gelişmelerin ürettiği ortamda ve Ortadoğu’da gelişen Filistin-Gazze çatışmaları ve Suriye’deki rejim değişikliği ve devlet krizi sonrasında yeniden şekilleneceğe benziyor. Şu anda bu ilişkilerin tam nasıl gelişebileceğini söyleyebilmek olanaksız.
“Liberal demokrasi hala ayakta”
“Düzgün işleyen liberal demokrasiler zaman zaman popülist otokrasi meydan okumasıyla karşılaşsalar bile, eğer pekişmiş bir içerikteyseler, siyasal ve sosyo-ekonomik kurumları güçlü olduğundan liberal demokrasi yıkılmadan toparlanabiliyor. Temel liberal demokrasiler olan Birleşik Krallık ve İsviçre başta olmak üzere, Hollanda, Belçika, Avustralya, Yeni Zelanda, Japonya, Danimarka, İsveç, Norveç, Finlandiya, İspanya, İtalya, Güney Kore, Uruguay, Kosta Rika gibi liberal demokrasilerin karşılaştıkları etnik milliyetçi- ırkçı partilerin meydan okumalarına karşın demokrasilerinden ödün vermeden yollarına devam ettikleri görülüyor.”