Cumhuriyet'in ilanıyla 100 yıl önce kurulan Türkiye Cumhuriyeti, ekonomik anlamda hep savaş verdi. Yeni kurulan devletin mirası Osmanlı'dan devraldığı borçlardı. Türkiye ekonomisinin hikayesi ise devlet eliyle sermaye oluşturulmasıyla başladı.
25 Aralık 2022 - 07 Ocak 2023 tarihli sayıdan
Savaş ve yüksek borçlardan yorgun çıkarak 1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyetinin 100'üncü yılına giriyoruz. Osmanlı'dan kalan 160 milyon TL'lik borcun yüzde 67'sini devralarak yola çıkan Türkiye'nin sancılarla dolu 100 yıllık geçmişinde, siyasi ve ekonomik gelişimin dönüm noktası Lozan Anlaşması oldu, iktisadi alanda yeni devletin önüne çıkan ilk önemli konu olan Lozan Barış Konferansinda varılan anlaşma gereği yabancılara sağlanan bazı imtiyazlar sona erdirildi.
OsmanlI'nın kapitülasyonları her anlamda kalktı ve denizlerde Türkiye'ye kabotaj hakkı tanındı. Osmanlı'nın gümrük vergisi tarifesinin de 1929 yılına kadar devamı, sonrasında yeni hükümetin gümrük tarifelerini kendi belirleyebileceği kabul edildi.
TOPARLANMA BAŞLIYOR
Henüz Lozan görüşmeleri imzalanmadan, tarihler 17 Şubat 1923'ü gösterdiğinde bir diğer önemli dönüm noktası yaşandı ve yeni devletin benimsediği ekonomi modelinin de temellerinin atıldığı İzmir İktisat Kongresi toplandı.
Çiftçi, işçi, tüccar, sanayicinin temsil edildiği geniş katılımlı bu platformda yeni devletin iktisat politikaları da şekillendi denebilir. Savaşlar sonrası kırsal nüfus evlerine döndü ve boş kalan toprakların tekrar ekilmesiyle tarımsal üretim arttı.
Milli ekonomi ilkesi çerçevesinde devletin desteğiyle sanayileşme ve girişimci bir sınıfın oluşması sağlandı. Sermaye için 1924 yılından bugüne uzanan Türkiye İş Bankası kuruldu. Özel girişimciliği teşvik etmek için yasal düzenlemeler yapıldı. 1927 yılında meclisten geçen Teşvik-i Sanayi Yasası ile gıda, tekstil ve yapı malzemeleri alanında sanayi kuruluşlarına destekler başladı.
BEŞ YILLIK PLANLAR
Şevket Pamuk'un kaleme aldığı Türkiye'nin 200 yıllık İktisadi Tarihi kitabına göre 1934 yılında Sovyet danışmanların da katkılarıyla Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı yürürlüğe girdi.
Plan, devlet kesiminin yapacağı sanayi yatırımları düzenleyecekti. Sümerbank, Etibank ve diğer kuruluşların devreye girmesiyle devlet kesimi demir ve çelik, tekstil, şeker, cam, çimento, madencilikte adımlar atıldı. İkinci Sanayi Planı ise 1939 yılın da başlayan İkinci Dünya Savaşı nedeniyle yarım kaldı.
Devlet eliyle özel sektör yaratma gayreti tüm hızıyla sürüyordu. Tek partili dönemin bitip 1946 yılında Demokrat Parti'nin iktidar olduğu yıllarda ise devletin yaptırdığı inşaatlar ve bu amaçla açılan ihalelere uzanan bir yolculuk başladı.
Bu süreçte Müslüman-Türk kesimden özel sektör yaratma gayretine yeni yöntemler eklendi. 2. Dünya Savaşı yıllarında uygulanan Varlık Vergisi de bunlardan biri olarak tarihe geçti.
KENT NÜFUSU ARTIYOR
50'li yıllarda 20 milyonu aşan nüfusa ulaşılmıştı. Kentleşme oranı yüzde 24'lerde iken, tarımın iş gücü içindeki payı yüzde 75'leri aşıyordu. GSYH içinde ihracatın payı yüzde 7,6, ithalatın payı ise yüzde 8,3 olmuştu.
Altyapı yatırım ve tarımda makineleşme adımlarının ardından 1953'te ülkede döviz sıkıntısı yaşanmaya başladı. Döviz sıkıntısı için dış kredi kuruluşlarından kredi almak yerine "Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu", "Petrol Kanunu" gibi liberal yasalar ile çözüm yolları arandı.
1960'lı yıllara gelindiğinde ise iktisadi model devletçilikten özel sektöründe yer aldığı karma ekonomiye doğru evrilmişti. Vehbi Koç tarafından Arçelik kurularak Türkiye'de ilk defa çamaşır makine ve buzdolabı üretimi başlamıştı.
Türkiye, bu dönemde Uluslararası Para Fonu ile ilk stand by anlaşmasını da imzalamıştı. Vehbi Koç, sahibi olduğu Otosan'da Ford ile ortaklığa gitmiş ve 1960'ta ilk kamyon üretimi de gerçekleşirken, 1966'da Anadol isimli yerli otomobil tanıtılmıştı.
AB ODAKLI DIŞ TİCARET
Kırsaldan kentlere göçün hızlandığı 1970'li yıllarda ise zor bir döneme girilmişti. Yaşanan siyasal istikrarsızlıklar 1970'li yıllarda ekonomiyi de zorlu koşullara sürükledi. 1980'li yıllara gelindiğinde ise dışa açılımda önemli adımlar atıldı.
Devreye giren 24 Ocak kararları liberalleşme adımlarını hızlandırdı. Müdahaleci ve içe dönük ekonominin daha dışa dönük noktaya gelmesi hedefti. Yabancı sermaye girişlerini özendirmek için ek önemler alınıyordu. Özellikle ihracata yönelen bir ekonomi yaratmak istemiyordu.
Döviz kurları günlük olarak belirlenmeye başlamıştı. İhracat 2,3 milyar dolar iken, 1985'li yıllarda 8 milyar dolara, 1990'da ise 13 milyar dolara ulaşmıştı. Avrupa Birliği ithalat ve ihracatta önemli bir ağırlığa sahipti.
YÜKSEK ENFLASYONLU YILLAR
Cumhuriyet'in başında sıfır olan enflasyon 90'lı yıllara damgasını vurdu. Bugün de en büyük sorunlardan biri olan yüksek enflasyonlu yıllarda bütçe açıkları, yüksek dış borç yükleriyle mücadele edilirken, kurumsal anlamda en büyük dönüşüm ise AB ile imzalanan Gümrük Birliği Anlaşması oldu. Bu anlaşma ile o tarihlerde Türkiye'nin AB'ye üye olacağı düşünülmüştü.
1994 yılında döviz kurunda yaşanan hızlı yükselişle yaşanan kriz süreci iflasları beraberinde getirdi. Bu dönemde enflasyon savaş yılları hariç tüm zamanların rekoru kırdı ve yüzde 100'leri aştı. 1999 yılında IMF'den destek alınarak yeni bir istikrar programı devreye girdi.
Bu program yeterli olması ve 2001'de özel ve kamu bankalarının sorunları krizle sonuçlandı. O günlerde 20 milyar doları bulan bir sermaye çıkışı söz konusu oldu. 2002 yılında yapılan genel seçimlerde halk krizin sorumlusu gördüğü bütün partilere cezayı kesti ve yeni dönem başladı. Bu süreçte öncelik mali disiplin oldu.
AB üyelik görüşmeleri yeniden başladı. 2008 yılındaki küresel krize kadar sıkı bir para politikası uygulandı. Makroekonomik istikrar ve ihracatın da katkısıyla ekonomide hızlı büyüme süreci yaşandı. Fakat üretimden ziyade büyük çaplı altyapı projeleri ve inşaattaki büyümenin ardından 2012'den sonra ekonomide zorlu sürecin sinyalleri geleye başladı.
Ardından 2020'de yaşanan pandemi süreci ve beraberinde küresel ekonomide yaşanan daralma sinyalleriyle 2022 yılında en büyük sorun enflasyon tekrar başa oturdu. Yine de tüm sorunlara rağmen, 100 yıl önce bir imparatorluğun küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti, bugün büyüme potansiyeli, dinamik genç nüfusu, giderek artan küresel ticareti, AB standartlarında sanayi üretimi ve göz dolduran turizm performansı ile ikinci yüzyıla giriş yapacak.
DEVLET ELİYLE SANAYİLEŞME
Cumhuriyet'in ilk yıllarında ekonomi esas olarak tarıma dayalıydı. Bu dönemde tarımın GSYİH içindeki payı yüzde 45'ti. Ancak devlet eliyle bir sanayileşmenin de ilk adımları atılıyordu.
1924 yılına gelindiğinde Ankara'da ilk fişek fabrikası kuruldu, ardından Gölcük Tersanesi, Türkiye'nin ilk şeker fabrikası Uşak Şeker, Nazilli'de dokuma tesisi gibi bir dizi tesisin temelleri atıldı ve sanayileşme hızlandı.