16 Şubat - 22 Şubat tarihli sayıdan…
Ülkemizin ithal ettiği ürünler, çok çeşitli olmakla birlikte, genel olarak ilk dördünü şu şekilde sıralayabiliriz: Birinci sırada makine ve ekipmanlar, ikinci sırada petrol ve petrol ürünleri, üçüncü sırada elektrikli aletler ve dördüncü sırada kimyasal maddeler… Bunun yansıra Türkiye’nin ithalat kalemindeki ürün ve ülke çeşitliliği de dikkat çekici bir noktaya ulaştı. 2005 yılından bu yana aralarında Tanzanya, Mozambik, Cook ve Christmas Adaları’nın da bulunduğu onlarca ülkeden, insan saçı döküntüsü, at kılı, tohumluk olmayan pamuk, susam, küspe, kaşar peyniri ithal ettik. Üstelik ABD, Hindistan ve Çin’den 380 kilo insan saçı ve insan saçı döküntüsü ithal ettik. Verilere göre, ülkemizin at kılı ithalatı ise 61 tona ulaştı.

KAŞAR PEYNİRİNDEN EGZOZ SUSTURUCUSUNA…
İthalat yaptığımız ülkeler arasındaki çeşitlilik de dikkat çekici bir boyutta. Verilere göre, ithalatçılarımız Hint Okyanusu’nda küçük bir ada olan 240 kilometre karelik Cook Adası’ndan 38 bin dolar değerinde, 12 bin kilo kaşar peyniri ithal etmeyi bile başardı. Cook Adaları’nın yanı sıra Christmas Adaları da ithalat kalemimizdeki yerini aldı. Christmaslı sanayiciler, Türkiye’ye motor sanayisinde kullanılan mil yatağı, elektrik teçhizatı parçası ve bütünleşmiş devre satmayı başardı.
Torna tezgâhı ithalatının yanı sıra, Mozambikli sanayicilerin yüzü egzoz susturucuları konusunda da güldü; Türkiye, 14 bin adet susturucu ithal etti. Tüm bu ithalatlara ek olarak, aynı ülkeden tohumluk olmayan susam ve pamuk tohumu, tütün, ağaç ve kömür de ithal edildi; toplam, 13 milyon dolar ödendi.
Türk ithalatçıların kapısını çaldığı ülkelerden biri de Tanzanya oldu. Tanzanya’dan başta öküz, inek, koyun ve keçi derisi, olmak üzere, pek çok ürün ithalatı gerçekleşti. Ancak bu ithalat içinde en ilginç olanı şark tipi tütünden mamul sigaraydı ki, sadece 25 adet ithal edildi ve karşılığında 119 dolar ödendi. Akıllarda ise Tanzanya sigarası tiryakisi Türk’ün kim olduğu sorusu kaldı. Doğu Afrika’da bir ada ülkesi olan Komor’dan sökülecek gemi ithal eden ve karşılığında 602 bin dolar ödeyen Türkiye, Malavi’den çay ve tütün döküntüsü ithal etmeyi de başardı.
ESKİ VEKİLLERDEN KURTULUŞ YOK
Üç bin 600 eski ve yeni milletvekiline trafikte “Ceza Muafiyeti” getiriliyor. Meclis başkanı onaylarsa ki açıklamalarından onaylayacağı görülüyor, vekiller hangi kuralı ihlal ederse etsin, tek kuruş ceza ödemeyecek.
Eski vekiller kırmızı ışıkta da geçse, hatalı park da yapsa ve hız sınırını aşıp radara da yakalansa artık tek kuruş trafik cezası ödemeyecek ve tüm trafik kurallarını ihlal edebilecek. Plakaya yazılan cezalar da TBMM tarafından ödenecek. Mevcut milletvekillerine tanınan bu hakkın kapsamı da genişletiliyor ki, eski vekiller de uygulama kapsamına alınıyor. Mevcut milletvekillerinin 2 aracı, eski milletvekillerinin de bir aracı trafik cezasından muaf olacak. Milletvekili araçlarının plakaları trafik müdürlüklerinde kayda alınıyor ve cezadan muaf tutulmaya başlanıyor.

TBMM’nin bütçesine bakıldığı zaman hatırı sayılır bir bölümün, eski parlamenterlerin ve ailelerinin sağlık, maaş gibi harcamalarına ayrıldığı görülecektir. Ancak benim üzerinde durmak istediğim konu, genel toplamdan daha çok, eski parlamenterlerin meclisin tüm nimetlerinden halen faydalanıyor olması. Pardon, bir tek genel kurul toplantılarına katılıp oy kullanamıyorlar, hepsi o…
“ONLAR ESKİLİĞİ KABUL ETMİYOR”
Onları sık sık meclis kulislerinde görmek mümkün. Eski vekillerin ruh halini en iyi saptayanlardan birisi de TBMM idare amiri olan bir dostum.
“Aman efendim, onlar eskiliği kabul etmiyorlar” diyerek, esprili bir ifadeyle şunları anlattı; “Bazı eski milletvekili arkadaşlarımız Meclis'e aşık. Onlar, binaya hepimizden erken gelip, hepimizden sonra çıkan arkadaşlarımızdır. Lokantalarda, kulislerde her yerde onları görebilirsiniz. Hatta bir eski üyemiz var ki, güncel konularla ilgili olarak bana, her gün, ‘şöyle yap böyle, yap. Şunu söyle, bunu söyle’ diye rapor veriyor. Ayrıca bu arkadaşlarımıza kimlik veriyoruz. Geçenlerde bana geldiler, kimliklere neden ‘eski’ diye yazdığımızı sordular. Bu sözcüğün yerine, milletvekilliği yaptıkları dönemin yazılmasını yeterli buluyorlarmış.”
VEKİLLİK BİTTİ AMA MECLİS MESAİSİ BİTMEDİ
Bu arada, eski milletvekillerinin Meclis Genel Kurulu’na girmek ve yasama görevi yapmak dışında, mevcut milletvekilleri ile aynı hakları kullanabildiklerini de belirtmek isterim. Hatta bazılarının geçmişteki alışkanlıklarından olsa gerek, meclis lokantasında memleketten gelen misafirleri ağırladığını ilave edeyim. Elbette ki bir eski milletvekilinin gerektiği zaman Meclis’e gidip görüşmeler yapmasını, hatta arada bir yemek yemesi normal karşılanabilir ama mesaideymişçesine her gün Meclis’e gidip, kurumun tüm nimetlerinden faydalananlara karşı çıkmak lazım. Bugün, meclis otoparkını kendi garajı gibi kullananından tutun da restoranını dostlarını ağırlamak mekânı olarak görenine kadar birçok eski milletvekili var. Hatta, bırakın milletvekilini, yıllar öncesinin senatörleri ve Danışma Meclisi üyeleri var.
AK PARTİ İKTİDARIYLA GÖZDEN DÜŞTÜ
Hükümet üyelerine, önemli politikacı ve bürokratlara ulaşmak için Ankara'nın en önemli adreslerinden biriydi. Orada, yeni siyasi oluşumlar filizlenir, iktidarlar devrilir, kapalı kapılar ardında politik pazarlıklar yapılırdı. Bahsettiğimiz yer, Anadolu Kulübü. Bir zamanlar Türkiye Cumhuriyeti'nin gözde kurumları arasında sayılırdı…
3 Ekim 1926 yılında, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün direktifi ve o zamanın Bakanlar Kurulu’nun aldığı bir kararla kurulmuştu. Anadolu Kulübü'nün kurucuları ve ilk üyeleri Atatürk'ün yakın çalışma arkadaşları, bakanlar ve milletvekilleriydi. Kuruluş amacı ise ülkemizin çağdaş dünyaya ulaşması için sosyal ve medeni yaşamın gelişimini sağlamak, gereklerini yerine getirmekti.

Anadolu Kulübü, neredeyse yüz yıllık geçmişinde başta eski ve yeni dönem milletvekilleri olmak üzere, hükümet mensuplarını, yüksek yargı organları başkan ve üyelerini, üst düzey bürokratları ağırladı. Ayrıca devletin tepesiyle bir arada olmak isteyen iş adamlarının içeriye girmek için her türlü yolu denediği bir mekân oldu.
Ve geliyoruz bugünlere…
Cumhuriyet tarihimizin, yönetim kurulu bakanlardan oluşan ilk ve tek derneği olan Anadolu Kulübü, AK Parti İktidarıyla beraber şaşalı günlerini geride bıraktı. Özellikle iktidara mensup politikacılar yemek dâhil her türlü sosyal hizmetin verildiği kulübe gitmez oldu. Hal böyle olunca da meydan, politik yaşamdan beklentisi kalmayan eski milletvekilleri ile emekli bürokratlara kaldı. Tabii, bir zamanlar içeriye girmek için her yolu deneyen iş adamları da iktidar mensuplarının gelmediğini görünce elini ayağını çekti. Acaba bu çekilme de TBMM’nin sosyal alanlarının imkânın daha fazla olmasının payı da var mı?
ATATÜRK’ÜN YADİGARLARINA SAHİP ÇIKAMADIK
Bir düşünün; toplum olarak bize atalarımızdan kalan mirasa sahip çıkabiliyor muyuz? Hiç sanmıyorum. Örneğin Atatürk Orman Çiftliği’nin (AOÇ) durumu ortada… Bilindiği üzere Atatürk Orman Çiftliği, yeni Ankara’nın çevresini ağaçlandırmak ve modern tarım tekniklerini uygulayarak çiftçilere örnek oluşturmak için 25 Mayıs 1925 yılında Ulu Önder Atatürk tarafından kurulmuştu. Atatürk, 11 Haziran 1937 yılına kadar kişisel mülkü olarak faaliyet gösteren çiftliği, bu tarihten sonra Türk milletine bağışlayarak hazineye devretmişti. Bugün ise çiftlik arazisi tam anlamıyla talana uğramış durumda. Bağış tarihi olan 1937’de 52 bin dekara varan AOÇ arazisi, bugün çok az kısmını muhafaza edebiliyor. Böyle sürerse kalan da yok olup, gidecek.
Marmara, Karadeniz ve Akdeniz Havuzları... Atatürk'ün, Ankara'nın çorak topraklarını yeşertmek ve Atatürk Orman Çiftliği'nde tarım yapabilmek için 5 Mayıs 1925 tarihinde yaptırdığı üç sulama havuzu... AOÇ’de su ihtiyacını karşılayabilmek için yapılan havuzların ikisi, Atatürk'ün isteği üzerine Karadeniz ve Marmara Denizi haritası şeklinde hazırlandı. Daha sonra yapılan bir başka havuza ise Akdeniz adı verildi. Atatürk'ün 11 Mayıs 1937 yılında, Atatürk Orman Çiftliği’ni içerisindeki köşklerle birlikte millete armağan etmesinin ardından, havuzlar çiftliğin başka kurumlara kiralanan alanları içinde kaldı. Bu üç sembol havuz, bugün MİT Müsteşarlığı iken dev Ankara Adliye Sarıyı inşaatı, Devlet Mezarlığı ve Gençler Birliği Tesisleri'ne kiraya verilen alanlar içinde bulunuyor.
YA MERKEZ LOKANTASI…
Bir dönem, Atamızın içinde yüzdüğü, hatta sandal koydurtup kürek çektiği havuzlar, zaman içinde halkın malı olacağına, bazı kurumların malı oldu. Öyle ki, zamanla yüzme havuzuna dönüşen bu tesisler kapılarını halka kapadı. Bu arada mirastan kalan tek tük yerlerden biri de “Merkez Lokantası”. Asırlık bir çınar olarak yoluna halen devam ediyor. Merkez Lokantası, tam 85 sene önce Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün özel mutfağı olarak Atatürk Orman Çiftliği’nde açıldı ve 1930 yılında restoran haline getirilip hizmete girdi. Atatürk, akşam yemeklerinde devlet ve bilim adamlarını, sanatçıları davet ettiği, ülkenin sorunlarını tartıştığı ve sık sık gidip dinlendiği Merkez Lokantası’nı 1937 yılında varlığının büyük bir kısmıyla beraber hazineye bağışladı. Yaklaşık 20 yıl boyunca müşterilerine hizmet veren restoranın 1956 yılında Alman mimarlar tarafından bahçe düzenlemesi yapıldı ve salonları büyütüldü. Bu süre zarfında Tarım Bakanlığı’nın işlettiği Ata yadigârı restoran 1964 senesinde özelleştirildi.