DR. ORHAN KARACA
okaraca@ekonomist.com.tr
Son bir ayda ekonomik kamuoyunda en çok tartışılan konulardan biri, Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜK) milli gelirin hesaplanma yönteminde yaptığı değişiklik oldu. Bu değişiklik ortaya bildiğimizden bambaşka bir Türkiye tablosu çıkarınca herkes şaşırdı. Bu konuyla ilgili düşüncelerimizi üç hafta önce burada yazmıştık (bkz. Küçülmeyi yeni hesap da önleyemedi!, Ekonomist, Sayı 2016/51, 18 Aralık 2016). Yeni hesap yöntemiyle ortaya çıkan tabloda bizi en çok şaşırtan şey, daha önce ekonominin yavaş büyüdüğünü sandığımız 2012-2015 döneminde hızlı büyümenin sürdüğünü öğrenmek olmuştu. 1998 baz yıllı eski seride söz konusu dönemdeki yıllık ortalama reel gayri safi yurtiçi hasıla (GSYH) büyüme oranı yüzde 3,3 çıkarken, 2009 baz yıllı yeni seride bu oran yüzde 6,1’i buluyordu. Eski serideki büyüme Türkiye’nin yüzde 5 dolayı olarak kabul edilen potansiyel büyüme oranının altında kalırken yeni serideki büyüme bu oranı aşıyordu. Eski serideki büyüme 2012-2015 döneminde işsizlikte yaşanan yükseliş ve cari açıkta yaşanan düşüş gibi bazı göstergelerle uyumluyken yeni serideki büyümenin bunlarla uyumlu olmaması ise epey kuşku verici görünüyordu.
TÜK önceden yapması gerekeni sonradan akıl etti ve 2016’nın son günlerinde milli gelirin yeni hesap yöntemiyle ilgili bilgi vermek için ekonomistlerle bir dizi toplantı yaptı. Bunlardan birine ben de katıldım. Anladığım kadarıyla milli gelirin hesaplanma yönteminde bu kez yapılan değişiklik daha önce yapılanlara pek benzemiyor. Daha önce milli gelir-sanayi üretim endeksi gibi- kısa dönemli iş istatistiklerine dayalı olarak hesaplanır ve yapılan değişiklikler de bu istatistiklerin geliştirilmesini içerirken, bu kez Gelir İdaresi ve Sosyal Güvenlik Kurumu gibi kurumların idari kayıtlarına dayanan bir hesap yöntemine geçilmiş durumda. Bunun adeta devrim niteliğinde bir değişiklik olduğunu ve gelişmiş ülkelerde yıllar önce yapıldığını belirtelim. TÜK yetkilileri, kısa dönemli iş istatistiklerine dayalı hesapların özellikle baz yılından uzaklaşıldıkça giderek büyüyen bir hata payı içerdiğini, idari kayıtlara dayanan hesapların ise daha doğru olduğunu söylüyor. Elbette burada da idari kayıtların ne ölçüde doğru olduğu sorusu ortaya çıkıyor ama ona şimdilik bir yanıt yok. Fakat muhtemelen ilerde tartışmalar bunun üzerinde yoğunlaşacak.
TÜİK yetkililerinin anlattıkları bana makul geldi. Zaten ilgili uluslararası kurumların onayından geçtiyse -ki öyle görünüyor-bu verileri doğru kabul etmekten ve artık analizlerimiz onlara dayandırmaktan başka yapacak bir şey de yok. Sonuçta milli geliri kendi başımıza hesaplayacak imkana sahip değiliz.
KALİTESİZ BÜYÜME
Ancak Türkiye ekonomisi 2012-2015 döneminde gerçekten yeni serinin gösterdiği gibi hızlı büyüdüyse bu büyümede ciddi bir kalite sorunu var demektir. Bu dönemde ekonomideki hızlı büyümeye rağmen işsizliğin yükselmesi bunu düşündürüyor. Yine TÜİK’in verilerine göre, 2012’de yüzde 8,4 olan işsizlik oranı 2015’te yüzde 10,3’e kadar çıktı. Bu da söz konusu dönemdeki yüzde 6,1’lik ortalama büyüme oranının işgücü piyasasına yeni girişleri karşılayacak kadar bile istihdam yaratamamış olduğu anlamına geliyor.
Yeni ve eski seri arasında en önemli fark inşaat yatırımlarında gözleniyor. Bizim hesaplarımız 2010, 2011 ve özellikle de 2013’te inşaat yatırımlarının büyümeyi çok fazla etkilediğini gösteriyor. Mesela yeni seri 2013’te büyümeyi yüzde 8,5 olarak verirken inşaat yatırımları hariç tutulduğunda bu oran 2,1 puan daha düşük ve yüzde 6,4 çıkıyor. Buradan son yıllardaki inşaat yatırımı furyasının ekonomide büyüme yarattığı ama bunun bize pek faydası olmadığı sonucu çıkıyor. Bunu sadece işsizlikteki yükselişe bakarak değil gelir dağılımındaki iyileşmenin durması gibi başka bazı gelişmelere de dayanarak söylüyoruz. Bu durumda önümüzdeki dönemde yatırımları inşaattan daha üretken alanlara yöneltmek şart görünüyor.