DR. ORHAN KARACA
okaraca@ekonomist.com.tr
İlk iki dalgayı tamamen ortadan kaldırmak pek mümkün değil ama bu üçüncü dalganın mutlaka önlenmesi gerekiyor. Aksi takdirde bu krizin bugüne kadar hiç görmediğimiz ölçüde derin bir krize dönüşmesi ihtimali bulunuyor.
KRİZİN DALGALARI
Koronavirüs krizinin ekonomiyi vurduğu ilk dalga bu hastalığın görüldüğü ülkelere yönelik seyahatlerin iptal edilmeye başlamasıyla ortaya çıkmıştı. Hastalığın yayıldığı ülke sayısı arttıkça bu iptaller giderek yoğunlaştı.
Hastalığın Türkiye'ye gelmesiyle beraber insanların sokağa çıkmaktan kaçınmaya başlaması ise bu dalgayı daha da büyüttü.
Bu durum özellikle hizmet sektörlerine yönelik talebin bıçak gibi kesilmesine yol açtı. Böylece iktisatçıların "negatif talep şoku" olarak adlandırdıkları durum ortaya çıkmış oldu.
Koronavirüs krizinin ikinci dalgası ise tüm dünyada hükümetlerin hastalığın yayılmasını engellemek için almaya başladıkları önlemlerle başladı. Mart ayı ortalarında Türkiye de bu kervana katıldı.
Türkiye'de de havayolu şirketlerinin yurtdışına uçuşlarının durdurulması, sınırların kapatılması, 65 yaş üstü nüfusun sokağa çıkmasının yasaklanması, eğlence yerleri ve berberler gibi bazı işyerlerinin kapatılması ve nihayet yurtiçi seyahatlerin de sınırlanması gibi önlemler alındı.
Bu önlemler ise talebi olsa bile bazı mal ve hizmetlerin üretilmesini de engellemiş oldu. Böylece iktisatçıların "negatif arz şoku" dedikleri durum da ortaya çıktı.
İç içe geçmiş bir halde hala devam ettiğini düşündüğümüz bu iki şokun enflasyon üzerinde farklı etkileri var. Negatif talep şoku enflasyonu düşürürken negatif arz şoku ise enflasyonu yükseltiyor.
Enflasyonun sonuçta ne yöne doğru gideceğini bu iki şoktan hangisinin baskın çıkacağı belirleyecek. Ekonomik büyümenin, istihdamın ve dolayısıyla işsizliğin ne yöne doğru gideceği konusunda ise böyle bir belirsizlik yok.
Çünkü hem negatif talep şoku hem de negatif arz şoku ekonomik büyümenin yavaşlaması ve hatta küçülmeye dönüşmesi, istihdamın azalması ve dolayısıyla işsizliğin yükselmesi sonucunu veriyor.
Şu anda dünya ekonomisinde olduğu gibi Türkiye ekonomisinde de bu durum yaşanıyor. Mesela işsizlik verilerinin haftalık olarak takip edilebildiği ABD'de son iki haftada daha önce hiç görülmemiş ve inanılmaz boyutta bir işsizlik artışı görüldü.
Normalde 200-300 bin arasında seyreden haftalık işsizlik maaşı başvuruları 21 Mart haftasında 3,3 milyonu, 28 Mart haftasında ise 6,6 milyonu buldu. ABD'de geçen yıl yüzde 3,7 olan işsizlik oranının bu yıl yüzde 30'u aşabileceği tahmin ediliyor.
Bu ülkede 1930'lardaki "büyük buhran" döneminde bile bu kadar yüksek işsizlik oranları görülmemişti. Muhtemelen şu anda Türkiye'de de işsizlik yükseliyor.
Ancak Türkiye'de işsizlik verileri 2,5 ay kadar gecikmeli yayınlandığı için şu anda neler olduğunu belki de iş işten geçtikten sonra öğrenebileceğiz. Aslında Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) bu verilerin yayınını öne çekmeye çalışması çok yerinde olur.
ÜÇÜNCÜ DALGAYA DOĞRU
İşsizlikteki bu yükseliş yakında krizde üçüncü bir dalgaya neden olacak gibi görünüyor. Bu dalgaya işsiz kalanların harcamalarını kısması yol açacak. İlk dalgadaki talep düşüşü gönüllü iken üçüncü dalgadaki talep düşüşü zorunluluktan kaynaklanacak.
İşsiz kalanların bir kısmı işsizlik sigortasından faydalanıp asgari harcamalarını karşılamaya devam edebilir. Ancak Türkiye'de 10 milyona yakın kayıt dışı istihdam var ve herhalde bunların önemli bir bölümü işsiz kalmaları halinde asgari harcamalarını bile karşılayamayacak.
İşte hükümetin bu kesime gelir desteği vermesi şart. Aksi takdirde üçüncü dalga insani bir krize de yol açabilir. Üstelik bunun getireceği yeni talep düşüşü yeni işsizler yaratıp birbiri ardına gelen yeni dalgalara yol açabilir. Bu da işleri iyice içinden çıkılmaz bir hale sokabilir.