14 Mayıs seçimleri sonrasında, ekonomide nasıl bir yol haritası izleneceği büyük merak konusu. Prof. Dr. Erhan Aslanoğlu, "Kim gelirse gelsin tasarruf açığı, kamu açığı ve dış açığı azaltan bir politika değişimine ihtiyaç var. Seçimden sonra zorlu bir alti ay bizi bekliyor" diyor.
30 Nisan - 13 Mayıs 2023 tarihli sayıdan
Türkiye ekonomisinin tüm aktörleri, gelecek planlarını hazırlamak ve yeni stratejiler kurmak için 14 Mayıs'ta sandıktan çıkacak sonuçlara kilitlenmiş durumda. 15 Mayıs sabahı itibarıyla Türkiye'de nasıl bir ekonomi politikası uygulanacağı, enflasyonla mücadelede, faiz patikasında, işsizlik ve gelir dağılımında nasıl adımlar atılacağı ülkenin yakın geleceği açısından belirleyici olacak.
Piri Reis Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Erhan Aslanoğlu'na göre, sandıktan hangi iktidar çıkarsa çıksın, önümüzdeki altı ay ekonomi açısından 'zorlu' olacak. Aslanoğlu, "İktidara kim gelirse gelsin, tasarruf açığı, kamu açığı ve dış açığı azaltan bir politika değişimine ihtiyaç var" diyor.
Prof. Aslanoğlu, sorularımızı şöyle yanıtladı:
Türkiye hızla kritik seçimlere doğru ilerlerken, ekonomide nasıl bir tablo görüyorsunuz?
Bu süreçte büyüme olabildiğince ayakta tutulmaya çalışılıyor. Ekonomide iç talep belli bir canlılıkla korunuyor ve büyümede yüzde 3-4'ler civarında bir oranla seçime gidiyoruz. Fakat bu durum sürdürülebilir bir durum değil. İhracat ciddi bir rekabet gücü kaybı yaşıyor.
Ortaya çıkan maliyet artışları nedeniyle gerek bütçe dengeleri gerek tasarruf havuzundaki toplam miktar gerek davranışsal olarak iç talebin sürdürülebilmesi pek mümkün görünmüyor. Bu açıdan büyüme patikası, tamamen seçim sonrası uygulanacak ekonomi politikalarına bağlı olacak şekilde ilerliyor.
Son 1,5 yıldır konuştuğumuz yüksek enflasyonda tabloyu nasıl görüyorsunuz?
Enflasyon baz etkisi dışında, görece enerji fiyatlarındaki indirimler, fiyat ayarlamaları ve benzeri önlemlerle tutulmaya çalışılıyor. Ama maalesef fiyat artışları yüksek temposunu sürdürüyor. Fiyatlama davranışlarında olumlu bir değişiklik yok. İthalat düşse bile ihracata göre daha güçlü olması, dış açığı da artırmaya devam ediyor.
Dolayısıyla tasarruf açığı, kamu açığı ve dış açığı olan bir ekonomi olarak potansiyel risklerimiz de artarak devam ediyor. Türkiye ekonomisi bu üç açık olduğu sürece riskli yapıdan kurtulamayacak.
Seçim sonrasında önce bu k açıkları azaltan bir politika değişimine ihtiyaç var. Enflasyonda dünyanın gelişmiş ülkelerinin gittiği hedef neyse oraya doğru gitmek gerekiyor. Bu da yüzde 2'lere doğru giden bir yapı kurmaktan geçiyor. Bu noktada yine aynı çelişki ortaya çıkıyor: Faiz düşürmek enflasyonu düşürmeye yeter mi?
Enflasyonu düşürmek için yapılması gereken ortodoks politikalara geri dönmek olmalı. İktisat bilimi bir fizik değildir, kimya değildir. Ama ekonominin bazı gerçekleri de fizik, kimya, matematik kadar gerçektir.
Enflasyonla mücadelede sıkı para politikasını devreye mutlaka sokulmalı. Bir başka deyişle, faiz artırımı gerekiyor. Faiz artırımının ne olması gerektiği konusunda ise şu aşamada çok net bir oran vermek doğru olmayabilir. Ama önce olması gereken, ne gerekiyorsa yapılacak mesajı ile yola çıkmaktır. Faiz
artırımı bir fırtınaya benzer. Bir fırtınadan önce nasıl uyarı yapılır ve herkes önlemini önceden alırsa, faiz politikasında da böyle hareket etmek gerekiyor. Bir anda faizi örneğin yüzde 30'a çekmek yerine, 'gerekirse 30-40 neyse buraya gideceğiz' mesajıyla başlayan bir söylem kurulmalı.
Peki sizce enflasyon ile sağlıklı bir mücadele için faiz seçim sonrası nasıl bir noktaya getirilmeli?
Şu anda kestirmek zor ama kademeli olarak bence birkaç toplantıda faizi beklenen enflasyonun üzerine çekecek bir patikaya ihtiyaç var. Yani öyle bir yere gelmeli ki faiz, sonbaharda yüzde 30'a gelirse, aynı dönemde 12 aylık enflasyon beklentisinin de yüzde 28 düzeyinde olması gerekiyor.
Ama öncelikle, 'ne gerekiyorsa yapacağım' diyen ve bu güveni veren bir merkez bankasına ihtiyaç var. Dolayısıyla enflasyonla mücadelede bir para politikası, bir de yapısal boyut var. Bu ikisi yapılırsa beklenti kanalı da devreye girer. Ekonomi içinde olanlar, bunu gördükleri anda tasarruf davranışları, TL talebi, döviz talebi gibi tüm parametreler bundan etkilenir ve ekonomi yavaş yavaş normal fiyatlama mekanizmasına dönmeye başlar.
Seçim sonrasında böyle bir faiz artırımı politikası, ekonomide bir küçülme yaratır mı?
Şimdi eğer enflasyon, güven artıracak bir politika çerçevesinde oluşursa, seçimi kim kazanırsa kazansın, Türkiye'ye dışarıdan yatırım çekme potansiyeli artar. Bu yatırım ortamı da büyüme açısından pozitif bir atmosfer oluşturur. Ayrıca döviz kurları ihracatın en önemli belirleyeni değildir.
Kısa vadeli bir etkisi vardır ama olası faiz artırımından olumsuz etkilenen ihracatta bir süre sonra, üç ile altı ay içerisinde, tekrar bir görece pozitif etkilenme oluşur. Fakat her hâlükârda seçimden sonra zorlu bir altı ay bizi bekliyor diye düşünüyorum. Seçim sonrası için kimin kazanacağından öte bir şey çok önemli: Seçimden sonra Türkiye'nin yeni bir ara döneme girmemesi, yeniden erken seçim gibi konuların konuşulmaması çok önemli.
Ekonomiye ilişkin en çok merak edilen konulardan biri de Kur Korumalı Mevduat (KKM) sisteminin sürüp sürmeyeceği. Sizce nasıl bir yol izlenmeli?
Bence mutlaka bu iş kendi doğasının gerektirdiği şekilde, yani davranışsal olarak tüketicinin KKM'den TL mevduatlara geçişini sağlayacak bir makro ortamla olmalı. TL'nin getirisinin tüketicinin enflasyona yenilmeyeceği bir seviyede olması gerekiyor.
Kurlarda daha fazla yıpratıcı hareket olmayacağına karşı inanç ve güven, zaten KKM hesaplarının normal TL mevduatlara geçişine yol açacaktır. Yine de tamamı geçmez, yine bir kısmı dövize yönelir. TL'yi cazip kılmayan, güven vermeyen bir ortamda KKM'yi kaldırmak bence mümkün değil. Çünkü böyle bir adımda ortaya çıkacak döviz talebinin yaratacağı sıkıntı daha büyük olacaktır.