DR. ORHAN KARACA
okaraca@ekonomist.com.tr
Para politikası faizi olan TCMB'nin bir hafta vadeli repo borç verme faizi 100 baz puanlık indirimle yüzde 10,75'ten yüzde 9,75'e çekildi. Böylece resmi para politikası faizi yaklaşık iki yıllık aradan sonra yeniden tek haneye inerken hükümetin bu yöndeki isteği de gerçekleşmiş oldu.
TCMB, koronavirüs salgınının ekonomiye etkisini azaltmak amacıyla bazı likidite tedbirleri de aldı.
NE OLACAK ŞİMDİ?
Koronavirüs salgınının ekonomiyi olumsuz etkileyeceği muhakkak. Çünkü bu salgın bir taraftan dış talebi zayıflatıp ihracatımızı aşağı çekerken diğer taraftan iç talebi de zayıflatıyor.
Üstelik hammadde ve ara malı üreten ülkelerde iktisadi faaliyetin yavaşlaması ve sınırların kapatılması küresel tedarik zincirinde de sorun yaratıyor. Bu da üretimde de sorun olabileceği anlamına geliyor.
Böyle hem talep hem de arz tarafından gelen şokların ekonomik büyümeyi yavaşlatması ise kaçınılmaz görünüyor. Türkiye ekonomisi geçen yılın son çeyreğinde yüzde 6 büyümüştü.
Bu kriz Türkiye'yi ilk çeyreğin son ayında vurduğu için bu dönemdeki büyümeye etkisi sınırlı kalabilir. Ancak hızlı bir toparlanma olmazsa ikinci çeyrekte ciddi bir yavaşlama yaşanabilir. Yılın ikinci yarısında ne olacağını ise krizin seyri belirleyecek.
Gerek dünya gerekse Türkiye ekonomisi şu anda daha önce tecrübe etmediği bir kriz yaşıyor. Hükümetler hastalığın yayılmaması için insanların evlerinden çıkmamasını istiyor. Bu da ekonominin büyük ölçüde durması anlamına geliyor.
Pek çok merkez bankası bu ortamda faizleri aşağı çekti ama böyle bir krizle bu şekilde başa çıkmak mümkün değil. Çünkü evlerine kapanmak zorunda kalan insanların faiz düştü diye daha fazla borçlanıp harcama yapacak durumları yok.
Şirketlerin de bu ortamda daha fazla borçlanıp yatırımlara girişmelerini beklemek saçma olur. Bu ortamda evlerine kapanmak zorunda kalan insanlara günlük ihtiyaçlarını temin edebilecekleri geliri sağlamak gerekiyor. Bu da ancak maliye politikasıyla mümkün olabilir.
Ancak bu kadar mali güç hiçbir ülkede yok. Dolayısıyla böyle bir maliye politikası uygulamak için de merkez bankası kaynaklarına başvurmak yani "para basmak" kaçınılmaz görünüyor.
Türkiye de geçen yıl resesyondan çıkmak için başvurduğu merkez bankası kaynaklarına bu kez de bu krizden çıkmak için başvurmak zorunda kalabilir.
ENFLASYON NEREYE?
Böyle bir kriz ortamında elbette enflasyon ikinci planda kalır ama birçok ülkenin aksine biz bu krize yüksek enflasyonla yakalandığımız için burada nereye doğru gidebileceğimizi göz ardı etmek de imkansız.
Talepte yaşanan yavaşlama fiyat artışlarının hızını kesecek gibi görünüyor. Daha birkaç ay önce 60 doların üzerinde olan petrol fiyatlarının yarıya inmiş olması da fiyat artışlarının hızını kesebilir.
Döviz kurlarında yaşanan yükseliş ise bu açıdan olumsuz bir gelişme. Petrol fiyatlarındaki düşüş diğer hammadde ve ara mallarının dünya fiyatlarında da düşüş getirirse sorun olmaz ama aksi durumda kurlardaki yükseliş Türkiye'de enflasyonu besleyebilir.
Tedarik zincirindeki kırılmanın üretimi çok fazla aksatması da enflasyon açısından iyi olmaz. Tüm bunları bir arada değerlendirirsek enflasyonda düşüş yaşanması olasılığı var gibi görünüyor ama yine de kesin bir şey söylemek kolay değil.
Tabii bir de kamu harcamalarının para basılarak finanse edilmesi halinde bunun enflasyonu nereye götürebileceği sorusu var. Eğer merkez bankasından alınan kaynaklar kriz sonrasında toplanacak vergiler kullanılarak iade edilirse sorun olmaz. Ancak piyasaya salınan fazla para kriz sonrasında da orada kalırsa enflasyonda sıçrama yaşanabilir.