DR. ORHAN KARACA
okaraca@ekonomist.com.tr
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), üçüncü çeyrek döneme ilişkin milli gelir verilerini geçen hafta açıkladı. Ancak bu açıklama 2008 yılından beri kullandığımız 1998 baz yıllı milli gelir serisine göre değil, yeni hesaplanmaya başlayan 2009 baz yıllı milli gelir serisine göre yapıldı. Eski milli gelir serisine göre yaptığımız analizlere dayanarak üçüncü çeyrekte ekonomide yüzde 1 dolayında (yüzde 0,5-1,5 aralığının orta noktası) küçülme beklediğimizi daha önce bu sayfalarda yazmıştık. Milli gelir serisi değişmesine rağmen üçüncü çeyrekte ekonomide beklediğimiz gibi küçülme çıktı. Hem de bu küçülme tahminimizi de biraz aştı ve yüzde 1,8 olarak gerçekleşti. Böylece Türkiye ekonomisi 2008-2009 resesyonundan bu yana ve 27 çeyrek aradan sonra ilk kez küçülmüş oldu.
Yeni hesaplanmaya başlayan milli gelir serisinde üçüncü çeyrekte yaşananlar bizi pek şaşırtmadı. Ancak yeni serideki geçmiş yıllara ilişkin verilerde epey şaşırtıcı gelişmeler var. Fakat isterseniz önce üçüncü çeyrekteki duruma kısaca bir göz atalım. Yeni ve eski seri arasındaki farklara ise sonra bakalım.
NASIL KÜÇÜLDÜK?
Üçüncü çeyrekte ekonomi, tıpkı beklediğimiz gibi, hem iç talepteki hem de dış talepteki zayıflama yüzünden küçüldü. Üçüncü çeyrekte geçen yılın aynı dönemine göre hanehalkı tüketimi yüzde 3,2. yatırım harcamaları yüzde 0,6 ve mal ve hizmet ihracatı ise yüzde 7 düşüş gösterdi. İç talepteki zayıflamanın yurtiçindeki siyasi gelişmelerden, mal ve hizmetlerimize olan dış talepteki zayıflamanın ise hem ülkemizdeki siyasi gelişmelerden hem de dünya ekonomisinde yaşanan durgunluktan kaynaklandığını düşünüyoruz. Hal böyleyken üçüncü çeyrekte ekonominin daha fazla küçülmesini ise çok büyük ölçüde kamu tüketiminde yaşanan yüzde 23,8’lik rekor artış engelledi. Ne yeni milli gelir serisinde ne de eskisinde daha önce kamu tüketiminde bu boyutta bir artış gözlenmiyor. Yani üçüncü çeyrekte hükümet kemerleri görülmemiş ölçüde gevşetmiş bulunuyor.
Muhtemelen kamunun üçüncü çeyrekteki büyümeye katkısı burada görülenden de daha fazla. Yatırım harcamalarındaki düşüşün sınırlı kalmasında da kamu yatırımlarının payı olabilir. Fakat TÜİK yeni seride yatırım harcamalarını kamu-özel ayrıntısında yayınlamayı bıraktığı için, kamunun büyümeye toplam katkısını hesaplayamıyoruz.
YENİ SERİ NE GETİRDİ?
Yeni milli gelir serisi Türkiye’nin milli gelirinin daha önce hesaplanandan daha yüksek olduğunu gösterdi. Bu, böyle revizyonlarda genelde rastlanan bir durum olduğu için çok da şaşırtıcı değil. Mesela 2008 yılında yapılan revizyonda 1998 baz yıllı seri ile ölçülen cari fiyatlarla gayri safi yurtiçi hasıla (GSYH), 1987 baz yıllı seri ile ölçülenden 1998-2006 ortalaması itibariyle yüzde 30,1 daha yüksek çıkmıştı. 2009 baz yıllı yeni seri ile ölçülen cari fiyatlarla GSYH de 1998 baz yıllı seri ile ölçülenden 2009-2015 ortalaması itibariyle yüzde 11,5 daha yüksek çıktı. Ancak önceki revizyondakinden farklı olarak bu sefer bu fark bir ortalama etrafında dalgalanmak yerine giderek yükseliyor. 2009 yılında yüzde 4,9 olan fark 2015 yılında yüzde 19,7’ye kadar yükselmiş bulunuyor.
Önceki revizyonda eski ve yeni seri ile hesaplanan GSYH’ler arasında önemli miktarda düzey farkı çıksa da geçmiş yıllara ilişkin reel büyüme oranlarında çok fazla değişiklik olmamıştı. Diğer ülkelerdeki uygulamalarda da genelde böyle oluyor. Oysa bu kez yeni seri ile hesaplanan reel büyüme oranları eski seridekinden çok farklı çıktı. Bu da bu dönemle ilgili bütün analizleri çöpe çevirdi. Eski seri 2012’den bu yana ekonomideki büyümenin yüzde 5’lik potansiyelinin çok altına düştüğünü gösteriyordu ama yeni seriye bakılırsa böyle bir şey yok. Eski seride 2012-2015 dönemindeki ortalama büyüme oranı yüzde 3,3 çıkarken, yeni seride bu oran yüzde 6,1 olarak hesaplanıyor. Özellikle eski seride yüzde 4,2 olarak çıkan 2013 yılındaki büyüme oranının yeni seride yüzde 8,5’i bulması çok dikkat çekiyor.
YATIRIMDA İNŞAAT ETKİSİ
Bu gelişmenin en önemli nedeni ise yeni seride yatırım harcamalarının eski seriye göre daha yüksek ölçülmesi gibi görünüyor. Eski seri 2012’den bu yana yatırımların yerinde saydığını gösteriyordu ama yeni seriye bakılırsa bu dönemde yatırımlardaki yükseliş devam etmiş durumda. Eski seride dört yıldır yüzde 20 civarına demir atan yatırımların GSYH’ye oranı da yeni seride yüzde 30’a yaklaşıyor.
Yeni seride yatırımların daha yüksek olması ise inşaat yatırımlarından kaynaklanıyor. Eski seride yüzde 9 civarında olan inşaat yatırımlarının GSYH’ye oranı yeni seride yüzde 16’yı buluyor. Yatırım harcamalarının diğer önemli kalemi olan makine ve teçhizat yatırımlarının eski seride yüzde 11 civarında olan GSYH’ye oranı ise yeni seride 1 puan kadar aşağı iniyor. Eskiden daha çok makine ve teçhizattan oluşan yatırım harcamalarının şimdi daha çok inşaattan oluştuğu dikkati çekiyor. Bu da acaba eskiden yatırım olarak kabul edilmeyen hangi inşaatlar şimdi yatırım olarak sayılmaya başladı sorusunu akla getiriyor. Bize kalırsa yeni hesapla ölçülen büyüme oranları üzerindeki şüpheleri ortadan kaldırmak için TÜİK’in öncelikle bu soruyu yanıtlaması ve de ekonomik kamuoyunu buna ikna etmesi gerekiyor.
‘DOĞAL AKIŞA’ UYMUYOR
Yeni serideki büyüme oranlarının kuşku çekmesinin nedeni, ekonomideki büyümeyle ilişkili bazı gelişmelerle pek uyumlu görünmemesi. Eski serideki son dört yıla ilişkin düşük büyüme oranları, bu dönemde işsizlikte yaşanan yükselişle ve cari açıkta yaşanan düşüşle uyumluydu. Yeni serinin bu dönemde ekonominin hızlı büyümeye devam ettiğini göstermesi, o zaman işsizlik niye yükseldi, cari açık nasıl düştü gibi soruların doğmasına neden oluyor. Özellikle işsizlik oranının yüzde 8,4’ten yüzde 9’a çıktığı 2013 yılında ekonominin yüzde 8,5 büyüdüğüne inanmak oldukça zor. Hukuksal bir terimle ifade edersek, yeni serideki son yıllara ilişkin büyüme oranları, bu dönemdeki ‘hayatın doğal akışına’ pek uygun görünmüyor.
TÜİK’in yeni hesapları Türkiye ile ilgili bildiğimiz birçok şeyi değiştirdi. Örneğin tasarrufların GSYH’nin yüzde 14’ü civarında yani oldukça düşük olduğunu sanıyorduk ama yeni hesaplara bakılırsa tasarruf oranımız 10 puan daha yüksek ve yüzde 24 civarında görünüyor. Eski seriye göre kişi başına gelirimizin geçen yıl 10 bin doların epey altına indiğini sanıyorduk ama yeni seriye göre 2015’teki kişi başına gelir 11 bin dolar. Yeni seriye göre cari açık, bütçe açığı ve dış borç stoku gibi göstergelerin GSYH’ye oranları da bildiğimizden daha düşük. Bu arada yeni seri sayesinde belli başlı ülkeler için de Çin’den sonra en hızlı büyüyen ülke konumuna geldiğimizi de unutmadan belirtelim.
Bütün bunlar iyi güzel ama elbette inandırıcı olması koşuluyla... Eğer bu inandırıcılık sağlanamazsa, bir dönem Arjantin’in ve Yunanistan’ın başına geldiği gibi, dünyada istatistikleri ciddiye alınmayan bir ülke haline gelebiliriz. Bu da yabancı sermaye çekme konusunda işimizi zorlaştırabilir.
SON ÇEYREKTE NE OLUR?
Geçen hafta yılın son çeyreğinin ilk ayına ilişkin yayınlanmış bazı öncü göstergelere dayanarak ekonominin bu döneme de kötü girdiğini yazmıştık. Bu öncü göstergelerden en önemlisi sanayi üretimindeki değişimdi. Eski milli gelir serisindeki reel GSYH büyüme oranıyla sanayi üretimindeki değişim arasında güçlü bir korelasyon vardı. Yeni serideki reel GSYH büyüme oranıyla sanayi üretimindeki değişim arasındaki korelasyon ise o kadar güçlü değil. 2010’nun ilk çeyreği ile 2016’nın ikinci çeyreği arasındaki dönem için eski serideki reel GSYH büyüme oranıyla sanayi üretimindeki değişim oranı arasında hesaplanan korelasyon katsayısı 0,93’ü bulurken, aynı dönem için yeni serideki reel GSYH büyüme oranıyla sanayi üretimindeki değişim oranı arasında hesaplanan korelasyon katsayısı 0,57’de kalıyor. Bu durum artık sanayi üretimindeki değişime bakarak ekonomideki büyümeye ilişkin tahmin yaparken daha temkinli olmak gerektiğini gösteriyor. Muhtemelen artık büyüme tahmini yaparken inşaat sektörüne ilişkin göstergelere de daha yakından bakmamız gerekecek. Belki daha başka yeni öncü göstergeler de bulmak zorunda kalacağız.
Yine de şu anda son çeyrek dönemde de ekonomideki durumu pek parlak görmediğimizi söyleyelim. Daha kesin konuşmak için biraz daha beklemek gerekiyor ama ekonomide bu dönemde de küçülme yaşanması ihtimali var gibi görünüyor. Gerçekten böyle olursa ekonomi 2008-2009 resesyonundan bu yana ilk kez resesyona girmiş olacak.