Küresel ekonomi açısından 2025 yılı, ABD’de 20 Ocak’ta resmen başlayacak ikinci Trump dönemi ile sembolize edilen yeni bir değişim dönemi olarak tanımlanıyor. İkinci kez ABD Başkanlık koltuğuna oturacak olan Trump döneminde, küresel ticaret savaşlarında yükselecek tansiyon ve Amerikan Merkez Bankası’nın (FED) ‘bağımsız’ duruşunu devam ettirip ettiremeyeceğine dair soru işaretleri artıyor.
Ekonomist Dergisi 22 Aralık-4 Ocak tarihli sayıdan
Bu süreçte yüksek enflasyonla mücadele eden Türkiye’de uygulanan para ve maliye politikasının geleceğini Koç Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selva Demiralp ile konuştuk.
Donald Trump’ın gümrük duvarları ve FED üzerine açıklamalarını düşündüğünüzde, sizce 20 Ocak’tan sonra neler olabilir?
Trump, popülist ve güçlü bir lider. Seçim döneminde seçmenin kulağına hoş gelecek vaatleri vermekten çekinmiyor. Ancak o koltuğa oturduğu zaman konuları daha farklı değerlendirebilir. Örneğin; önceki hafta “FED başkanı J. Powell’ı görevden almayı düşünmüyorum” diyerek bu konudaki söylemini değiştirdi. Oysa kampanya döneminde “Powell’ı görevden alacağım” ve “FED’in içinde alınan kararlar ben de katılacağım” gibi çok uç söylemleri vardı. Trump’ın bundan sonra ne diyeceğini bilmiyorum ama neyi yapamayacağını biliyorum. Çünkü ABD’de kurumlar halen çok güçlü. FED’in de kurumsal yapısını koruyacak bir sistem söz konusu. Trump ne Powell’ı görevden alabilir ne de FED’in kararlarına karışabilir.
Trump’ın en çok dile getirdiği ticarette korumacı duvarlar inşa etme planı, ABD ve dolayısıyla dünya ekonomisini nasıl etkiler?
Trump’ın seçim kampanyası sürecinde söyledikleri içerisinde ‘gümrük tarifeleri’ konusu, gerçekleşme olasılığı en yüksek vaat gibi görünüyor. Ancak neredeyse yüzde 60’lara kadar çıkacak tarifelerden bahsetse de bunu yapamaz gibi geliyor. Yüksek gümrük tarifeleri, ABD üzerinde sadece enflasyonist değil; stagflasyonist bir etki de yaratacaktır. Hiçbir başkan kendi eliyle ‘stagflasyonist şok’ yaratmak istemez. Bence daha ılımlı gümrük tarifeleri gelebilir. ABD’de bu olasılığın daha yüksek olarak düşünüldüğünü, hane halkının stoklama davranışlarına gittiğini, firmaların da aramalarını stokladığını gözlemliyoruz. Bunun enflasyonist etkilerini 2025’ten itibaren görmeye başlarız. Fakat bu etki halk nezdinde şikayetlere neden olmaya başlarsa, Trump önceki başkanlık döneminde yaptığı gibi geri adım atabilir. Trump’ın politikalarının 2025’te ABD üzerinde bir parça genişleyici ve ‘güçlü dolar’ı destekleyici etkisi olabilir. Ancak Trump’ın dediği “Amerika’yı muhteşem yapacağım, büyüme hızla artıracak” gibi bir durumun ortaya çıkacağını düşünmüyorum. ABD’de 2025’te büyümenin FED’in de tahminlerine paralel yüzde 2’lerde gerçekleşeceği görüşündeyim. FED’in verdiği “Faizleri 2025’te de düşürmeye devam edeceğim” mesajında da büyük bir değişiklik beklemiyorum.
Gelelim Türkiye’ye ve TCMB’ye… Haziran 2023’ten bu yana uygulanan sıkı para politikası ile politika faizi uzun süredir yüzde 50 seviyesinde. 2025’te bizi nasıl bir tablo bekliyor?
TCMB, Haziran 2023’te çok ağır bir miras devraldı: Yerle bir olmuş bir kredibilite yani güvenilirlik, “Hem faizleri hem enflasyonu düşüreceğim” diyerek yanlış ilacı kullanmış, kasası boşalmış, uluslararası rezervleri sıfırlanıp negatife düşmüş bir merkez bankası. TCMB, aynı iktidarın çatısı altında bir U dönüşü yaptı. Ama ikinci bir U dönüşünün olmayacağının hiçbir garantisi yoktu. Hala da yok. TCMB, çok uzun süredir enflasyonla mücadele konusunda yalnız. Bu işi sadece TCMB’ye bırakırsanız ve TCMB’nin zaten devraldığı mirasta kredibilitesi yerle bir olmuşsa, enflasyonla mücadelenin maliyeti daha da artıyor. Eğer faiz politikasının yanında maliye politikası da devreye sokulsaydı, gelir vergisi daha adil bir şekilde dağıtılsaydı, özellikle talebin en yüksek olduğu kesimin vergileri artırılarak o talep aşağıya çekilebilseydi enflasyonla mücadelenin maliyeti de düşecekti. Ama bu mücadele bir tek faiz silahıyla yapıldığında yüksek faizle bütün ekonomiyi de boğmuş oluyorsunuz. Bu sefer şirketler, “Kilit vuracağız, üretimi durdurma noktasına geleceğiz” şeklinde feryat etmeye başlıyor. O noktada TCMB de havlu atmak durumunda kalıyor ki 26 Aralık’taki Para Politikası Kurulu’nda (PPK) ve 2025’in ilk aylarında da göreceğimiz bu olacak.
Türkiye neden bir türlü dünyada en yüksek enflasyon sahip ülkelerden biri olmaktan kurtulamıyor?
Türkiye’de hiçbir zaman enflasyonla mücadele bir öncelik olmadı. Siyasetçiler, bir türlü fiyat istikrarının önemine ve bunun refah artırıcı boyutuna inanmadı. Hep kısa vadeli kazanımlar önceliklendirildi. Yapısal reformlar bir kenara bırakıldığında düşük faiz politikalarıyla ilerleyerek sadece kısa vadede ‘doping’ etkisi yaratmak hedefleniyor. Yine aynı noktadayız. TCMB’ye yine faiz ‘düşürttürülecek’. Ancak enflasyonun yapısal nedenlerini azaltacak reformlar maalesef yok. Kaldı ki sadece TCMB ve para politikası üzerinden gidilerek ülkenin nasıl bir ‘ödemeler dengesi’ krizinin eşiğine geldiğini de unutmamak lazım. Türkiye olarak uzun vadeli büyümeye, üretim kapasitesini artıracak adımlara, doğru teşviklere ve o teşviklerin performansını ölçmeye, inovasyona dayalı üretime imkân tanıyacak, ezberci olmayan, özgün bir eğitim sistemine ve hukuka odaklanmamız şart.
Enflasyonla mücadelede maliye politikaları 2025’te de devreye sokulmazsa neler olur?
TCMB, kendi politikalarının yarattığı ‘sosyal yükü’ kaldıramayacağı bir noktada. Maliye politikaları da topa girmiyor. ‘Acı reçete’nin maliyetini topluma dağıtmak gerektiğini, enflasyondan en çok etkilenmiş olan düşük gelir grubuna enflasyonla mücadelenin de maliyeti yüklendiğinde, bunun bir yerde patlayacağını hep söylüyordum. TCMB, “Enflasyon görünümü size verdiğim patikayla tutarlı olduğu için faiz indiriyorum” dese de ben böyle olduğunu düşünmüyorum. TCMB, enflasyonla mücadelede yalnız kaldığı ve ekonomi üzerinde reel olarak çok ciddi bir yavaşlama tehlikesi olduğu için faizleri düşürmeye başlayacak. Ancak enflasyonun maliyeti de enflasyon da düşmeyecek ve 2025’te de yüksek enflasyonla yaşamaya devam edeceğiz. Enflasyonun gelir dağılımı üzerindeki yoksullaştırıcı etkisi sürecek.
“2025’te büyüme yüzde 3’leri aşamaz”
TCMB’nin seçim öncesindeki döneme göre yaptıklarını takdir ediyorum, doğru adımlar atıldı. Ancak TCMB’ye tanınan alan ‘dar’dı. Ayrıca kapsamlı bir istikrar programına geçilmedi; genişlemeci mali politikalar devam etti, yapısal reformlar hayata geçirilmedi. 2024’ü yüzde 46 seviyelerinde bir enflasyonla bitireceğimizi tahmin ediyorum. 2025’te Türkiye’nin ekonomik büyümesinin ise yüzde 3’leri aşabileceğini öngörmüyorum. Zaten enflasyon raporunda da belirttiği üzere TCMB’nin enflasyonun yüzde 20’lere düşmesi için gerekli gördüğü büyüme rakamı yüzde 0,2’lerde. TCMB, ekonomide çok ciddi bir yavaşlama bekliyor. Ama buna ‘siyasi olarak’ izin verilmez. 2025 için TCMB’nin enflasyonda hedef olarak koyduğu yüzde 20’ler yerine yüzde 30’ları daha makul görüyorum. 2026’da belki yüzde 20’lere inebilir ama tek haneye inmesi mümkün değil. Önümüzdeki üç-beş yıla yayılacak uzun bir ‘yüksek enflasyon dönemi’yle karşı karşıyayız.