Eylül başında yenilenen Orta Vadeli Program’a (OVP) göre Türkiye’nin bu yılı yüzde 3,5 büyümeyle kapatması öngörülüyor. Toplumun bütün kesimlerini derinden etkileyen enflasyon canavarı için en son Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, 2025 ortasında yüzde 20-30 arasında seyredeceğini ifade etti.
29 Eylül-12 Ekim tarihli sayıdan
Enflasyonla mücadelenin beraberinde ekonomide soğumayı da getirdiğini aktaran Türk Sanayici ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Orhan Turan ise Ekonomist’e yaptığı açıklamada, özellikle sanayi üretiminin bu aşamada daha fazla etkilendiğini ve tüm sektörlere yayılmış bir yavaşlama olduğunu kaydediyor. Turan, enflasyonla mücadele sürecinin başarıya ulaşması için toplumsal mutabakatın şart olduğunu belirtiyor.
Hiçbir kesimin bu süreçte yükü tek başına üstlenmemesi gerektiğine işaret eden Turan, kamunun da gerekli fedakarlıklarda bulunması gerektiğini anlatıyor. Orhan Turan ile ekonominin kronikleşen sorunları ve Türkiye’nin yeni ekonomik düzendeki yerini konuştuk.
Genel ekonomik gidişatı değerlendirir misiniz? Kur politikası, ihracatta morallerin bozuk olması ve enflasyon konusunda görüşleriniz nedir?
Birkaç yıl boyunca yapılan yanlış tercihlerin ardından şiddetli yükselen enflasyon sonrasında ortodoks politikalara dönüş yaptık. Bugün ise ekonomide dengelenmenin devam ettiği bir süreçteyiz. Elbette enflasyonla mücadele, beraberinde ekonomide soğumayı da getirdi. Özellikle sanayi üretiminin bu aşamada daha fazla etkilendiğini görüyoruz, tüm sektörlere yayılmış bir yavaşlama var. Birkaç çeyrek daha bu durum devam ettikten sonra daha dengeli ve sürdürülebilir bir büyüme yoluna gireceğimizi düşünüyoruz. Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in de ifade ettiği gibi, dezenflasyon programı uy gulayan ülkelerde yerel para biriminin reel bazda değer kazanması sıkça görülen bir durum. Dolayısıyla önümüz deki yılın ikinci yarısına kadar TL’de reel değerlenmenin devam etmesi şaşırtıcı olmayacaktır. İhracatı yorumlarken sadece dolar/TL kuru üzerinden bakmamamız gerekiyor.
En tartışılan konulardan biri kur seviyesi. Sizin bu konudaki görüşünüz ne?
Kur seviyesi tabii ki önemli olmakla birlikte ihracatı etkileyen tek faktör değil. Hatta temel ihracat pazarlarımızın ekonomik performansı ihracatımız üzerinde daha etkili. Bu açıdan Avrupa’nın önümüzdeki dönemde toparlanması ihracatımızın olumlu seyretmesi için gerekli bir faktör. Zayıf bir Avrupa ekonomik görünümü ihracatımızı daha da baskılayacaktır. Artık üreticiler ve ihracatçılar olarak sadece fiyatla rekabet etmeyi değil, dijital dönüşüm, teknoloji ve beşeri sermayenin geliştirilmesiyle verimliliği artırmayı ve katma değer yaratma yı gündeme daha fazla almalıyız. TÜSİAD olarak bu konuyu aslında uzun yıllardır vurguluyoruz. Özetle, maliyet yapımızı nasıl iyileştirir ve küresel olarak rekabetçi seviyeye çekeriz, bunun üzerine kafa yormamız gerekiyor.
Ekonomi yönetiminin performansını değerlendirir misiniz? Yaşanan ekonomik zorluğun faturası çalışan kesim ve halka kesildiği konusunda ne düşünüyorsunuz?
Genel seçimden sonraki ilk dönem geçiş dönemi olarak değerlendirildi ve belki bir miktar zaman kaybedildi. Ancak ardından önce para politikasının sıkılaşması ve Merkez Bankası’nın etkin süreç yönetimi, ardından mali politikaların da eşlik etmesiyle dezenflasyon sürecinde doğru bir patikaya girdik. Bugün geldiğimiz noktada bir yandan enflasyonla mücadele için temkinli yaklaşımın devam etmesi gerekirken, diğer yandan da ekonomide yavaşlamanın oluşturabileceği olası risklerin izlenmesi gerekiyor. Ekonomi yönetiminin tüm faktörleri etraflıca değerlendirerek dengeli bir yaklaşım geliştireceğine inancımız tam. Tabii sadece enflasyonu düşürmekle iş bitmiyor, ardından kaybettiğimiz zamanı telafi etmek için başta eğitim ve hukuk olmak üzere yapısal reformları da bir an önce gerçekleştirmemiz gerekiyor. Enflasyonla mücadele sürecinin başarıya ulaşması için toplumsal mutabakatın şart olduğunu düşünüyoruz. Hiçbir kesim bu süreçte yükü tek başına üstlenmemeli. Özel sektör olarak bizler de üzerimize düşeni yapıyoruz, kamu da gerekli fedakarlıklarda bulunmalı. Bu bağlamda kamuda tasarruf tedbirlerinin kapsamlı ve etkin şekilde hayata geçirilmesi gerektiğine inanıyoruz.
Avrupa Birliği Türkiye’de de yansımaları geniş yer bulan AB Rekabetçiliğinin Geleceği - Draghi Raporu’nu konuşuyor. Tüm bunlar Türkiye için ne anlama geliyor?
En önemli ekonomik ortağımız Avrupa Birliği yeni ve kapsamlı bir sanayi stratejisi belirliyor. Bu dönüşümün AB ile ekonomik ilişkilerimizi doğrudan etkilemesi beklenebilir. Kamu ve özel sektör olarak erken aşamalarda kendimizi AB’nin yeni sanayi stratejisi kapsamında nasıl konumlandırabileceğimizi çalışmamız gerekiyor. Türkiye-AB ilişkilerinde ise en etkili ilerleme alanı Gümrük Birliği’nin yeşil ve dijital gündem doğrultusunda modernizasyonu olmaya devam ediyor. Avrupa özel sektörü, BusinessEurope çatısı altında Gümrük Birliği’nin güncellenmesini destekliyor. AB bu yönde samimi, adil ve dengeli bir yaklaşımla vakit kaybetmeden adım atmalı.
Peki bir yandan mülteci akını, bir yanda beyin göçü yaşanırken; iş dünyasında nitelikli çalışan bulma konusunda nerelerde tıkanıklık var ve aşmak için neler yapılmalı?
İş gücüne katılım oranımız OECD’nin gerisinde, kadınların istihdama katılımı düşük, bunun yanında üniversite mezunu işsizler ne eğitime ne istihdama dahil edebildiğimiz önemli bir genç nüfus var. Nitelikli insan kaynağını çekmek için küresel bir rekabet varken, biz “beyin göçü” de veriyoruz. Teknik işlere yönelik gençlerdeki olumsuz algıyı da değiştirmek gerekiyor. Nitelikli çalışan ihtiyacı artarken, bütüncül politikalar ve iş birlikleriyle çalışma çağındaki nüfusu gerekli becerilerle ekonomiye dahil etmeli, insana yakışır çalışma koşullarını her sektörde sağlamalıyız. Kadınların istihdama dahil edilmesi konusunda ise ayrıca özel politika ve tedbirlere ihtiyaç var. Örneğin kadınların üzerine bırakılan bakım yükünü dengeleyecek kreş gibi kurumsal mekanizmaların yurt çapında yaygın ve erişilebilir hale getirilmesi gerekiyor.
“Herkes için erişilebilir bir eğitim ana hedef olmalı”
“İş gücünün becerilerine devamlı yatırım yapmalı, onları yeni teknolojilere hazırlamalıyız. Çalışma çağındaki genç nüfusumuza en erken yaşlardan 21. yüzyılın gerektirdiği becerileri kazandırmalıyız. Küresel rekabetin her alanda hızlandığı bir ortamda, eğitimde de dünyayla rekabet edebilen bir ülke olmalıyız. Temel becerilerde yetkin, teknik ve dijital becerilere sahip, kendi diline ve yabancı dile hâkim, sosyal becerileri güçlü, analitik, eleştirel ve disiplinler arası düşünebilen; farklılıklara ve doğaya duyarlı bireyler yetiştirmeliyiz. Veriler, sosyoekonomik olarak dezavantajlı öğrencileri destekleyen ve okullar arası farklıkları azaltan politikaları hızla önceliklendirmemiz gerektiğini söylüyor. Hem öğrenci hem öğretmenin iyi olma halini odakta tutmalıyız. Dijital çağda, eğitim okulla sınırlanamayacak, hayat boyu devam edecek bir süreç. Bu anlayışla çağdaş ve bilimsel eğitimin ve hayat boyu öğrenmenin önemini gündemde tutmaya devam edeceğiz.”