Şirket içinde “var olmanın dayanılmaz hafifliği” ni yaşamak mümkün mü? Pandemiyle beraber birçok öngörülemeyen veya belirsiz olarak adlandırılan durum şirketlerin gündeminde yer aldı. Halbuki belirsizlik tüm zamanları, hayatın kendisini ve doğasını tarif eden bir olgu.
KOBİ/GİRİŞİM Haziran 2021 tarihli sayıdan
Temel bilimlerde “kaos” ve “kaos teorisi” olarak açıklanan ve aslında yaşamın hakikatini ifade eden durumlar, olgular ve süreçler iş yaşamının ikliminde de kendini gösteriyor. Belirsizlik, kaos, öngörülemez olmak gibi kavramlar derinliklerinde taşıdıkları anlam bütünlüklerine bakılmaksızın değerlendirildiğinde ürkütücü ve endişe edici bir duygu durumu oluşturabiliyor.
Bu kavramsal dizgenin kulağa çok hoş gelmediği kesin. İşittiklerimizle ve diğer duyumsal verilerle beyne ulaştırılan bilgiler çok doğal ki çok da olumlu düşünceleri, duygu durumlarını ve tepkisel süreçleri beslemiyor.
Böylelikle ister pandemi öncesi olsun ister pandemi döneminde olsunki bu sürece hiçbirimiz hazırlıklı değildik ve aklımızın kenarından bile geçmezdi- şirket yöneticileri ve çalışanlar daha da genellersek şirketler kolay olmayan zamanlar geçiriyor. Bir çoğu yaralarını sarıp iyileşmeye ve yeniden güçlenerek yollarına nasıl devam edecekleri yönünde hazırlıklar ve çalışmalar yürütüyor.
Kısacası var olmaya, varlıklarını devam ettirmeye ve bir bakıma varoluşsal (ontolojik) süreçleri ile ilgili nasıl ilerleyecekleri yönünde ciddi anlamda çalışmalar yürütüyorlar. Buradan hareketle son dönemlerde şirketlerin ontolojik bağlamda kendilerini sorguladıklarını, hatta daha önce belki de bunları yeterince sorgulamadıkları içindir ki belli başlı sorunlar yaşadıklarını ve şimdide bunlara çözümler aradıklarına şahit oluyorum.
Ontoloji, en yalın anlatımla bir durumun, yaşananların, bir şeyin genel olarak özünü anlamaya çalışır. Belirli oranda “nedir?” sorusunun cevabını araştırmaya çalışır. Bunu şirket özeline taşırsak, örneğin; şu an şirkette yaşananlar nedir?, bu yaşananların anlamı nedir? bu durumlar neden var? Ontolojik bakış açısı şirket özelindeki bu ve benzer birçok durumu anlamamıza yardımcı olabilir.
Ontolojik bakış açısının derinliklerinde aslında “anlam” arayışı bulunur. Şirket içinde sürdürdüğümüz bunca çalışmaların, iyileşme ve güçlenme süreçlerinin anlamı nedir? Bu anlam çerçevesiyle hareket edildiğinde iş süreçlerine ne gibi katkılar sunar ve hangi sorunların çözümüne yardımcı olur?
Sadece pandemi süreci ve pandemi sonrası yaşanacaklar kapsamında değil daha genel bir yol haritası çizmek adına şirketler içinde genel itibariyle yaşanan iki çok temel ontolojik soruna kısaca bir bakalım ve çözüm önerisi olarak değerlendirilebilecek yaklaşımlara da göz atalım:
- Şirketlerin “kurumsal anlamı”nın net olarak tanımlanmamış olması ve çalışanlar bu anlamsal bütünlüğün yeteri kadar aktarılamamış olması.
Şirketler genel itibarıyla amaç ve hedefler doğrultusunda daha çok sistem ve nicelik odaklı bir süreci takip etmektedirler. Elbette olması gereken bir aşamadan bahsediyoruz. Ancak, bu süreçler anlam odaklılık üzerinden yeniden yapılanmadığında bütünselliği yakalamak mümkün olmuyor. Anlam odaklılık nedir? Anlam odaklılık insanı odağına alarak şirketin esas özünü ortaya koymaktır. Şirket niye var? Neden faaliyet gösterdiği pazarda var olmak istiyor? Neye hizmet ediyor?
Bu soruların bir karşılığı kazanmak, kar elde etmek gibi daha niceliksel ve performans ölçekleriyle tanımlanan yanıtlarla ortaya konuluyor ve genelde ilk sıralara alınan şirket içi zihinsel-yönetsel yaklaşımlar bu çerçevede oluyor.
İşte bu nokta da şirketler ontolojik sorunlarla karşı karşıya kaldıklarını fark edemiyorlar ya da yaşananların şirket için bir ontolojik (varoluşsal) sorun olduğunun bilincine varamıyorlar. Bir şirkette ontolojik sorunlar olduğunu şirket içinde yönetim ve çalışan kadrosunda yaşanan mutsuzluk oranlarından anlayabiliyoruz.
Her türlü imkan sunulmasına rağmen yoğun mutsuzlukların yaşandığı şirketler şu sorunun cevabı üzerinde ciddi anlamda çalışmaları gerekebiliyor: Şirket içinde çalışanlarım, müşterilerim ve diğer paydaşlarıma hizmet sağlarken hizmet yaklaşımımda ne kadar samimiyim?
Şirket içinde insani ve toplumsal yaklaşımların ne kadarı sistem ve süreçle bütünleşmiş? Yirmi sene sonra şirket gelecek nesiller tarafından nasıl hatırlanacak? Bu temel soruları şirketin kurucuları, yöneticileri ve hatta çalışanları olarak kendimize de sormalıyız. Kendime, çevreme, hayata, iş yaşamıma kattığım anlam ne? Kendi varoluşsal gerçekliğim ne? ve bu gerçeklikle işe nasıl bir anlam katıyorum?
2- Şirketlerin pek çoğu hala sistem odaklı olmayı insan odaklı olmaya tercih ediyorlar. Sistem odaklı olmanın insan odaklı olmaya tercih edilmesi kimi zaman “bilinçsiz bilinç” ile yapılıyor. Yani, öğrenilmişlik yoluyla yapılan tercihlerden bahsediyoruz bilinçsiz bilinçle yapılan tercihler derken. Sistemin şirketler üzerindeki hüküm sürdüğü üç temel kavram bulunuyor. Birincisi, hız...
İkincisi, nitelikten yoksun sayısal veriler (ne kadar fazla o kadar iyi çünkü hazırlanan raporlarda şık durabiliyor)...Üçüncüsü ise, performans adı altında “şirket içi gösteri sanatları icrası”. Kısacası ve maalesef; bire otuz katarak anlatmanın ve göstermenin geçer akçe yerine konuluyor olması ve kabul görülüp normalleştirmeye başlanması sorunundan bahsediyoruz.
Kısa ve orta vadede görece olumlu sonuçlar elde edildiği düşünülse de uzun vadede hiçbir işe yaramadığı sağduyulu şirketler ve şirket yönetimleri tarafında bilinmekte.
Şirket içinde süre giden bu “bilinçsiz bilinç” hali çalışanların bir süre sonra zindeliğini koruyamamak olarak ve daha derinlere inersek bir şirket varoluşsal problemi olarak karşımıza çıkıyor.
Bu anlatmış olduğun iki temel sorun alanına destek sağlar nitelikte bir araştırmanın ilgili olduğunu düşündüğüm bölümlerini paylaşmak isterim.
Deloitte tarafından hazırlanan coğrafi alan olarak Asya, Pasifik, Avrupa, Orta Doğu, Afrika, Kuzey ve Güney Amerika ülkelerinde toplam 4738 katılımcıyı (3630 yönetici, 1108 çalışan) örneklem alan 2021 Deloitte Global İnsan Kaynakları Trendleri Araştırması’nda yer alan bir sonuç oldukça dikkat çekici.
Çalışanların yöneticilere oranla kaliteyi bununla beraber niteliği, inovasyonu, çalışan zindeliğini geliştirmeyi, müşteri deneyimi oluşturma gibi daha insan odaklı ve anlam odaklı süreçlere daha ön sıralara aldıklarını görebilmekteyiz.
Bununla beraber yöneticiler çalışan zindeliği, kalitenin arttırılması süreçlerini çalışanlara oranla daha alt sıralara yerleştirirken maliyetlerin azaltılması maddesini biraz daha üst sıralara taşıyabiliyorlar.
Müşteri deneyiminin iyileştirilmesi ve inovasyonun artırılması gibi temelinde anlam odaklı süreçlerin farkında olsalar da bir yöneticiden beklenen maliyetleri azaltmak, orta ve uzun vadede kar elde etme zihinsel kodu şirket yöneticilerinden beklenen “bilinçsiz bilince” ilişkin bir yaklaşımı destekliyor.
Hem yönetici hem de çalışan grubunda şirket olarak yaratılan sosyal etkinin azaltılması konusu ise maalesef hala son sıralarda ve bu madde tam anlamıyla şirketlerin kurumsal anlamı ve varoluşsal duruşunu tarif edecek çalışmaları ve projeleri temsil ediyor.
Milan Kundera’nın romanının isminden esinlenerek ifade edildiği gibi var olmanın dayanılmaz hafifliğini şirketler içinde yaşamak çok da zor değil. Yeter ki şirket içi süreçlerde neleri tercih ettiğimize iyi bakalım.
Daha çok insan odaklı olmaya başlayarak odağımıza aldığımız diğer konuları yeniden değerlendirmek sadece pandemi sürecinin iyileşme dönemi ve sonrasındaki süreçleri geliştirmek için değil, şirketin temel sorunları olarak kabul edilebilecek varoluşsal sorunlara da etkili çözümler sağlayabilmek için farklı bir bakış açısı sunabilecektir.