Mali piyasalarda kısa sürede sert hareketler, dalgalanmalar yaşadık. Hem döviz kurlarında hem de faiz oranlarında... Yılbaşından bu yana rakamlara tekrar göz atalım.
Yeni yılın ilk iş gününde doların piyasadaki değeri 3,87 TL idi. Cuma akşamı itibariyle ise bu rakam 4,80 TL düzeyindeydi. Türkçesi 6,5 aylık süreçte dolar kuru yüzde 24 yükseldi.
Bu yükseliş nedeniyle özel sektörün ödeyeceği dış borçlar üzerinde 230 milyar TL’lik ek yük oluştu. Kamu kesiminin dış borç yükü de 90 milyar TL civarında büyüdü.
Faizler için tablo daha vahim diyebiliriz. Şöyle ki, yeni yıla girerken Merkez Bankası’nın bankalara verdiği fonların ortalama faizi yüzde 8,5 civarındaydı.
Şimdi ise yüzde 17,75. Bankaların ortalama fonlama maliyeti yüzde 40 yükseldi. Hazine, yüzde 12-13’lerle borçlanırken şimdi ise yüzde 20 seviyelerinde faizle borçlanıyor.
Enflasyon oranı iki haneyi zorluyordu. Şimdi yüzde 15,4 seviyesinde. Üretici enflasyonu da yüzde 23,7 düzeyinde. Üretici fiyatlarındaki enflasyonun tüketici enflasyonuna yansıması endişesi, düşüş bir tarafa yüzde 20’lerin geçileceği endişesini doğuruyor.
Bütün bu olup bitenler, bankaların şirketlere olan bakışını, yaklaşımını etkiliyor. Bir bankanın genel müdürü, bu değişimi şöyle anlatıyor: “Birkaç ay öncesine kadar kurlardaki yükseliş odağımızdaydı.
Bu yüzden döviz borcu olan şirketlere bakıyor ve riskimizi hesaplamaya çalışıyorduk. Şimdi sadece döviz borcu olanlara değil, yüksek borçlu olan bütün şirketlere odaklandık.”
Bu değişimin nedeni nedir? Bankaların topladığı mevduatın faiz oranları, 1 milyon ve üzeri tutarlar için yüzde 19-20 aralığında.
Bu oranın üzerine operasyonel maliyetleri, kredi riskini eklediğinizde kredi maliyetleri yüzde 25-26’ya ulaşıyor. Bir bankanın kredilerden sorumlu genel müdür yardımcısı, “Bu oran asgari düzeyde. Yüzde 30-32 ile kredi kullanan büyük şirketler var” diyor.
Ekonomiden daralma sinyallerinin geldiği bir ortamda, bu kadar yüksek maliyetle borçlanan şirketlerin bankacıları neden endişelendirdiğini sorgulayalım. Yükselen faizler kime yarıyor? Şirketler, doğal olarak kredi maliyetlerinin yükselmesi karşısında şikayetçi. Üstelik, hem satışlarda hem de tahsilatlarda sıkıntı yaşanıyor.
Siyasi otorite zaten şikayetçi ve sürekli dile getiriyor. Bankacılar da şikayetçi. Neden mi? Bir bankanın müdürü, şikayet nedenini şöyle anlatıyor: “Aktiflerimizin yani kredi ve tahvil/bono portföyümüzün yüzde 75’i orta ve uzun vadeli.
Buradaki faizleri de hemen istediğiniz gibi günlük oranlara uyarlayamıyorsunuz. Örneğin altı ay vadeli konut veya otomobil kredisi kullanan var mı? Proje finansman kredileri 7-10 yılı buluyor.
Ama büyük bir bölümü mevduattan oluşan pasiflerimizin yüzde 75’i kısa vadeli. 32 günü aşan TL mevduatı yapan var mı? Buradaki maliyetler de sürekli yükseliyor.”
Sonuçta, mevduat faizleri düşmeden kredi faizlerinin düşmeyeceği tekrar ediliyor. Mevduat faizlerini aşağı çekecek temel faktörün de enflasyondaki düşüş olduğu ısrarla belirtiliyor. Tabii, bu değerlendirmelerin isim vermeden yapıldığını kaydetmemiz gerekiyor.
Bir bankacı, “Enflasyonun düşmesi, faizleri düşürecektir. Buna da en çok biz sevineceğiz. Çünkü faiz yükselişinde değil düşüşünde para kazandığımızı biliyoruz” ifadesini paylaşıyor.