Dünyada giderek daha fazla önem kazanan girişim sermayesi, Türkiye’de de büyüme eğiliminde. Türkiye’de 1990’lı yılların sonunda faaliyetlerine başlayan girişim sermayesi (private equity) fonları, ilk olarak kurulan girişim sermayesi yatırım ortaklıkları dışında, tamamen yurtdışında kurulu fonlar olarak gelişti.
Halen Türkiye’de aktif olarak 30’dan fazla yatırım yapmış girişim sermayesi şirketi var. 2014 yılında yayınlanan Girişim Sermayesi Yatırım Fonlarına İlişkin Esaslar Tebliği ile birlikte nitelikli yatırımcıların önü açıldı.
Yatırımcılar, fonların katılma paylarını satın alarak yatırım yaptıktan sonra, fon süresinin sonunda fondaki tüm varlıkların nakde döndürülmesi sonucunda oluşacak kazancı, payları oranında ve herhangi bir iskonto ve piyasa riskine tabi olmadan geri alabiliyor. Bu tebliğ, Türkiye’de girişim sermayesi yatırımının,
‘Yatırım Fonları’ üzerinden tabana yayılabilmesinin önünü açtı. Böylece bu ürünün düşük oynaklık ve yüksek getiri hedefleyen ve orta/ uzun vadede likidite ihtiyacı olmayan yatırımcılar, yani emeklilik fonları, hayat sigortası şirketleri, vakıf ve sandıklar tarafından da tercih edilen ürünler arasında olması bekleniyor. Yapılan düzenlemeler sonrasında yerli girişim sermayesi fonlarının sayısında artış öngörülüyor.
Bu kapsamda ilk olarak Ak Portföy, ‘Ak Portföy Birinci Girişim Sermayesi Yatırım Fonu’nu kurdu. Türkiye’nin yüksek büyüme potansiyeline sahip KOBİ’lerine sermaye sağlayacak olan fon, iki yıl sürecek dönem boyunca yatırımcı kabul edecek.
Emeklilik ve sigorta şirketleri başta olmak üzere kurumsal yatırımcıların ilgisiyle fon büyüklüğünün ihraç döneminin sonunda 300-400 milyon TL’ye ulaşması hedefleniyor.
Şu anki fon büyüklüğünün 72 milyon TL olduğunu söyleyen Ak Portföy Genel Müdürü Dr. Alp Keler, konuyla ilgili olarak iki kritik noktaya değiniyor. Bunlardan ilki kime yatırım yapılacağıyla ilgili. Ak Portföy, bunun için şirket seçimi konusunda önemli analizler yapıyor.
Yüksek büyüme potansiyeline sahip, sektöründe ve bölgesinde lider olma arzusu taşıyan, sektöründe öncü profesyonel bir yönetimi ve kurumsallaşma arzulayan ortakları bulunan, operasyonel olarak kârlılığını artırmak isteyen, rekabetçi özelliğe sahip ve ihracat potansiyeli bulunan şirketler, fonun yatırım hedefinde yer alıyor.
İkincisi ise yönetim kurulu seviyesinde kararlara katılan fon, şirketin günlük işlerine karışmıyor. Ortaklar ile kazan-kazan prensibine dayanan, iki tarafın da menfaatlerinin paralel olmasını sağlayacak bir şekilde ilerliyor ve bu ilk başta anlaşma aşamasında kayda alınıyor. Ortalama beş yıllık süre sonunda tüm taraflar için faydalı olacak şekildeki çıkış alternatifleri de ortaklığın en başında belirleniyor.